SON DAKİKA
Hava Durumu

MUTLULUĞU TARİF EDEBİLİR MİSİNİZ?

Yazının Giriş Tarihi: 05.06.2020 09:01

Reklamı seviyoruz, gösterişi seviyoruz, anlık zevkleri de seviyoruz. 
Kısaca “tüketmeyi” ve gittikçe daha fazla tüketmeyi  de seviyoruz. Ama 
tüketim nereye kadar? Bu yaşam tarzı aslında ABD’de doğdu, reklam, 
dizi ve filmlerle hızla yeşerdi yayıldı ve yayılıyor, dünyanın her 
yerinde gücü yeten toplumlar  tarafından da taklit edilmektedir. Alan 
During’e göre tüketim, adım adım “yaşam  tarzı” haline getirilmektedir.
Nüfusları toplam nüfusun % 15’i olan sanayi ülkeleri toplam enerji 
tüketiminin % 80’inden sorumlu. Benzin yutan cipler, dev reklam 
panoları,  sayısız fast food dükkanları, kullan-at kültürü, 24 saat 
açık AVM’ler. Bir kot pantolonu yapımı için gerekli olan pamuğun 
üretimi için kullanılan su tam 800 litre. Ya pamuk üretimi sırasında 
kullanılan doğal yaşamı yok eden böcek ilaçları. Çinli düşünür Tao Te 
Ching sahip olduğunun yeterli olduğunu bilen “esas zengindir” diye 
boşuna  demiş.
Malların satın alınıp kullanımı bir ayine dönüşmekte yani anlamsız bir 
  tüketimle, egomuz tatmin olmaktadır. Bir şeylerin giderek artan bir 
hızla tüketilmesi, bitirilmesi, yıpratılması ve yenisiyle değiştirilip 
hurdaya çevrilmesi gerekmekte. Yüzüçü Nobel ödülü almış olan iki bin 
bilim adamı yaptıkları ortak açıklamaya göre yaşlı dünyamızı bu 
şekilde 200 yıl içinde tüketmiş olacağız. Yeni bir gezegen veya 
gezegenler bulmamız gerekiyordu. İnsanlar mutluluğu daha “çok 
tüketmek” sanıyor, elbette  çok yanılıyorlar. Yapılan geniş kapsamlı 
bir araştırma sonucu dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan 
Bangladeş’in ve  ekonomik gücü kısıtlı bir Pasifik Adası olan 
Vanuatu’nun en mutlu insanlara sahip olduğu anlaşılmış. ABD, Kanada, 
Birleşik , Almanya, Fransa, Lüksemburg, Katar,  İsviçre, Norveç 
“mutluluk listesinde” hep son sıralarda yer alıyor. Demek ki mutluluk 
detaylardadır, sevinç aslında anlardan ibarettir.
Belediyeler, oy endişesi ile; ödediğiniz vergilerle göze direkt hitap 
etmeyen alt yapı hizmetleri, ağaçlandırma, çağdaş katı atık alanları, 
geri dönüşüm tesisleri, hayvan bakım ve tedavi merkezleri, su arıtma 
tesisleri yerine beldesinin profesyonel futbol kulübüne veya 
“festival” başlığında popüler kültürün şımartılmış sanatçılarına 
çuvallarla yasa dışı para akıtmaktadırlar. Türkiye’de bir yıl içinde 
1176 şenlik, kutlama ve festival gerçekleştirilmekte, yani her gün 
ülkemizin üç beldesinde çoğu kez sırf “gösteriş” ve “anlık eğlence” 
uğruna etkinlikler yapılmaktadır. Bir gecede örneğin  Demet Akalın’a 
bir konser için  90 bin lira  rahatlıkla ödenmekte ama vahşi çöp 
sahalarında yılda 100 bin balığı öldüren naylon torbaların denize 
uçmasını önlemek adına, modern bir katı atık toplama alanı için 
nedense bir türlü para bulunmamakta.
Üç dakikalık havai fişek gösterisi için bir  belediye 3000 Amerikan 
dolarını temin ederken, biyolojik arıtma tesisi için ödenek 
olmadığından yakınmaktadır. Oysa havai fişekler bir çok hayvanı 
ürkütmekte, düşük yapmalarına sebep olmakta, kültür değerlerimize 
zarar vermekte, hastaları uyandırmakta, hava kirliliği yaratmakta ve 
hatta zaman zaman insanları yaralayıp, yangınlara bile neden 
olmaktadır. Olsun ne de olsa havai fişeğin “havası” var ya!
Gösterişi çok seven bir belediye başkanı Cumhuriyet’in 80. yılı 
dolayısıyla 3 bin 800 metre uzunluğunda, 3 bin 500 kilo ağırlığında 
dev bir Türk bayrağına sekiz ay içinde 300 bin lira harcamış. Hammadde 
tüketildi, enerji harcandı, emek verildi. Keşke böyle bir bayrakla 
hakiki “Cumhuriyet ve Atatürk” sevgisi aşılanabilse? O koca bayrak bir 
köşede çürüdü. Oysa ki bu bayrak için harcanan para ile Atatürk’ümüzün 
başlattığı eğitim seferberliğine ömür boyu hizmet edebilecek çağdaş 
bir okul bile inşa edilirdi.
Efendim, devlet güdümlü şaşalı gösteriler komünist ülkelerde göz 
boyamak için bir dönemde her fırsatta yapılırdı. Ben o günlere şahit 
oldum.  Dev panolar, dev binalar, dev heykeller, geniş sokaklar, 
madalyonun öbür yüzü ise hep çok farklı olmuştur. Günümüzde de 
Küba’dan sonra sadece Kuzey Kore’de özellikle 1 Mayısta bu gösteriş 
geleneği devam ediyor.
Bilirsiniz, her ramazanda  lüks otellerde ünlü sanatçı ve 
işadamlarının katılımı ile görkemli iftar yemekleri verilir. 
Katılanların hepsinin oruçlu olduğu çok şüpheli. Bir iftar yemeğinde 
tamamen çeşit çeşit yiyecekle dolu yuvarlak masa etrafında oturan 10 
kişi itiraf etmiş, hiçbiri oruçlu değilmiş. Bu iftar yemeği dinimizin 
emrettiği gibi kırsal mahallelerde fakir evlerinde çadırlarda sahiden 
ihtiyacı olanlara verilse ne güzel. Kocaman şaşalı lüks kağıtlara 
basılı davetiyelerle “altı yıldızlı iftar yemeğine” çağrıların 
yapılması ardından, yemeklerin ve ekmeğin çoğunun tabaklarda bırakılıp 
çöpe gitmesi beni çok yaralıyor. Zaten sosyetede tabaktaki yemeği 
bitirmek ayıpmış. Sonra elinde markalı bir çanta tutan vizon kürküne 
sıkıca sarılmış,  sahte sarışın kadınlar tabağında yemeği bitiren 
arkadaşları için aynen şöyle derlermiş  önündeki “her şeyi tüketti, 
bir kırıntı bile bırakmadı, görgüsüz”. Oysaki dinimizde her türlü 
israf “haramdır”, şeytanla işbirliğidir, haksızlıktır.
Ama sessiz, üstümüze ölü toprağı serilmişçesine “sessiziz”. Herkes 
kısaca “boş ver” diyor. Herkes görevi bir başkasına devrediyor. Beni 
Gaziantep’ten telefonla arayan bir delikanlı aynen şöyle demişti. 
“Annem üç katlı evimizde otuz kedi beslerdi. Onları günah diye 
kısırlaştırmadım. Annemi kaybettim. Ben bu kedilere bakamıyorum, gelip 
alır mısınız” (şaka değil)
Çocuklarımıza, torunlarımıza, ülkemizin ve dünyamızın geleceğine yazık 
oluyor. Günün birinde belki de bu hatalarımız ve aldırmazlığımızdan  
dolayı mezarlarımız torunlarımız tarafından taşlanacak!

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.