Öğrenilmiş Çaresizlik; ilk kez 1967 yılında hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin insanlara da uyarlanabileceğinin psikologlar tarafından keşfedilmesiyle ortaya çıkmıştır. Öğrenilmiş çaresizlik dediğimiz kavram, stres ve depresyon duygularını beraberinde getirir. Sürekli aşağılanmaya maruz kalınması, insanlara olan güven kaybı, olumsuz çevre koşulları, travma, depresyon gibi psikolojik sorunların olması, stresli ev ya da iş ortamı öğrenilmiş çaresizliğe bürünmenin temel sebeplerindendir. Bu çaresizlik içerisindeki kişilerin genelde kötü durumlarla karşılaşacaklarına dair olan inançları daha yüksektir. "Ne yaparsam yapayım sonuçta hiçbir şey değişmiyor, yapamayacağım, hangi işim düzgün gitti ki bu gitsin, bende şans olsa, konuşsam da nasıl olsa beni anlamayacak, çalışsam da başarılı olamayacağım" gibi cümleler size de tanıdık geldi mi? Farkında olmadan ne kadar da sık kullanıyoruz bu kelimeleri değil mi?
Bizler hayatımız boyunca çeşitli stres verici durumla karşılaştıktan sonra durumu kontrol edemeyeceğimize ya da değiştiremeyeceğimize inanabiliriz. Bu yüzden de kontrol etme ve değiştirme fırsatımız ve yeterliliğimiz olsa dahi değiştirmeyi denemeyiz. Bu durumu yaşam şekli haline getirdiğimizde sorunun potansiyel bir çözümü olsa bile kötü ve stresli durumları yönetmekte başarısız oluruz. Yani bir şeyler için uğraşır, çabalar dener ama birkaç denemeden sonra pes edip artık ulaşmak istediğiniz hedefe ulaşamayıp kendi kendinize öğrenmiş olduğunuz bir çaresizlik içine girmiş olursunuz. Örneğin; bir sigara bağımlısının sigarayı birkaç kez bırakmaya çalıştıktan sonra bu girişimlerinde başarısız olması, hiçbir zaman sigara kullanımını bırakamayacağı inancı geliştirmesine neden olur.
Aslında batı toplumlarındaki insanlarda sorgulama, araştırma, analiz etme eğilimi fazla olduğundan kimse hemen bir şeyleri kabul etmez. Yani kadercilik daha azdır. Belli bir mantığa oturtana kadar araştırma ve deneme süreci devam eder. Özellikle son zamanlarda dünyada popüler olan girişimcilik alanında öğrenilmiş çaresizliğin öğretilmiş çaresizliğe dönüşümüne sıkça rastlamaya başladık. Mesela birisi heyecanla bir iş fikri bulur ve üzerine çalışmaya başlar. İş modelleri hazırlanır, sunumlar yapılır, gecelerce uykusuz kalınır, yatırımcı arayışı için dört bir koldan etkinliklere gidilir derken yoğun bir sürecin içinde bulur kendisini. Ancak bir süre sonra o heyecan azalır ve yerini karamsarlığa bırakmaya başlar. Buna rağmen birkaç kez fikrini başarıya ulaştırmak için çabalar ama bu yolun uzun bir yol olduğunu unutup pes eder. Buraya kadar anlattığım öğrenilmiş çaresizlikti.
Ama bir süre sonra o kişinin düşündüğü ve denediği fikrin aynısını bir başkası yapmak için detaylı bir çalışmaya başlar ve bir şekilde az önceki arkadaşla karşılaşır. Malum dili bir kere yandığı için başlar tüm olumsuzlukları anlatmaya, o yapamadığı için kimsenin yapamayacağına. Kendini bu duruma öylesine inandırmıştır ki anlattıkça karşıdaki kişinin de tüm hevesi kursağında kalır ve hayalinden daha bir adım bile atmadan vazgeçer. İşte bu da öğretilmiş çaresizlik olur.
Peki, böyle süreçlerde ne yapmamız gerektiğine gelecek olursak çözüm tabii ki de çok basit; Denemekten vazgeçmemek. Ne yazık ki Z kuşağından itibaren herkesin bir şeyleri kolay yoldan elde etme isteği daha da ağır basmaya başladı. Birkaç denemeden sonra çoğu kişi pes edip kaderine razı gelmeyi seçiyor. Oysaki bu ülkenin kurulması bile birçok denemenin, birçok fedakârlığın, birçok mücadelenin sonucuyken daha ufacık şeyler için neden bu kadar çabuk vazgeçiyoruz? Unutulmamalıdır ki bu topraklar daha iyisini yapabileceklerine inanıp kaderlerine razı gelmeyenlerin, çaresizliği kabullenmeyenlerin sayesinde kazanıldı. Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi; “Şayet bir gün çaresiz kalırsanız, bir kurtarıcı beklemeyin. Kurtarıcı kendiniz olun.”
Çünkü emin olun ki bunu sizin için başka kimse yapmayacak.