İstanbul’un Osmanlılar tarafından 1391 yılından 1453 İstanbul’un fethine kadar defalarca kuşatıldı ancak sonuç alınamadı. Ta ki Fatih Sultan Mehmed’e kadar.
II.Murad’ın ölümünden sonra tahta çıkan oğlu II. Mehmed, İstanbul’un fethi için hazırlıklara başladı. İlk olarak Anadolu Hisarı’nın karşısına Rumeli Hisarı’nı yaptırdı. Fetih için Bizans’ın güçlü surlarını geçmek için ünlü top ustası Urban tarafından yaklaşık 550 kilogram ağırlığında gülleleri olan büyük toplar döktürüldü. Surları aşabilmek için hareketli merdivenler yapıldı. 400 parçadan oluşan donanma oluşturuldu.
Kuşatma için sadece askeri hazırlıklar değil, yardımları engellemek için çeşitli anlaşmalar da yapıldı. Venedik, Ceneviz, Macaristan, Sırbistan ve Karamanoğullarıyla barış anlaşmaları yapılarak Bizans’a yardımı engelledi.
Peki Bizans ne gibi hazırlıklar yaptı? İstanbul’u çevreleyen surlar güçlendirildi. Haçlı donanmalarından askerler kiralandı. Haliç’in girişi zincir ve gemilerle kapatıldı. Rum Ateşi olarak bilinen suda bile yanabilen Grejuva için hazırlıklar yapıldı. Yardım taleplerinde bulunuldu.
Osmanlı ordusu, II. Mehmed komutanlığında 6 Nisan 1453’ü İstanbul’u kuşattı. Ordu, saldırı için toplarını İstanbul’a yöneltti. II. Mehmed, veziri Veli Mahmud Paşa’yı Bizans İmparatoru Konstantin’e göndererek şehrin teslim edilmesini istedi. Konstantin bunu kabul etmeyince 12 Nisan 1453 günü ilk topçu ateşi başladı.
Top atışları çok güçlüydü ancak Bizans surlarda açılan delikleri hemen onarıyordu. Denizden gelen yardımların engellenememesi ve Haliç’ten girilememesi üzerine II. Mehmed, donanmanın Galata surları önünden kızaklarla Haliç’e indirilmesini emretti. Gemiler, 21-22 Nisan gecesi karadan yürütüldü. Hatta Bizanslıların dikkatini başka yöne çekmek için Romanos Kapısı (Topkapı) civarında büyük bir gedik açıldı. Bizanslılar bu gediği kapatmakla uğraşırken 72 gemi Haliç’e indirilmişti bile.
Haliç’te devam eden saldırı, şehrin dört bir yanında da sürdürüyordu. Romanos Kapısı (Topkapı) Osmanlı’nın yoğun top atışı altındaydı. Surların yeterince zayıfladığını düşünen II.Mehmed, 6 Mayıs günü taarruz emri verdi. Ancak bu taarruz Bizans’ın direnişi üzerine durduruldu.
Denizde ve karada gerçekleşen mücadele yer altında da devam etti. Kazılan Osmanlı tünellerini fark eden Bizans, bu tünelleri kızgın yağlar ile engellemeye çalıştı ve çoğu tüneli kapattı.
Savaş Haliç’te, surlarda ve yer altında devam ediyordu. Bizans için kıtlık sorunu da başlamıştı. II. Mehmed, Konstantin’in teslim olmasını tekrar istedi. Ancak Konstantin bunu tekrar reddetti.
Macaristan Krallığı elçisi kuşatmanın kaldırılmaması durumunda Macar-Bizans ittifakının kurulacağını ve büyük bir Haçlı donanmasının da yola çıktığını iletti. Bu haberin üzerine 27 Mayıs’ta II. Mehmed komutanlarıyla bir toplantı yaptı. Bu toplantıda 29 Mayıs’ta son hücumun gerçekleştirilmesine karar verildi. 29 Mayıs günü güneş doğmadan Osmanlı askerlerinin son hücumu başladı. Yeniçeriler, surlarda açtıkları gediklerden içeriye girmeyi başardılar. Frances’e göre Osmanlı askerleri öğleden sonra şehre tam anlamıyla hakim oldu. İmparator Konstantin’in cesedi sadece imparatorların giyebildiği mor çizmelerden tanındı.
53 gün süren kuşatmanın ardından II. Mehmed, 29 Mayıs 1453 tarihinde vezirleri ve komutanları ile birlikte Romanos Kapısı’ndan (Topkapı) İstanbul’a girdi. İstanbul’a beyaz bir atın üstünde hocası Akşemseddin ile birlikte giren II. Mehmed’i, şehir halkı karşıladı. Şehir halkı Akşemseddin'i II. Mehmed sanarak ona çiçekler uzattı ancak Akşemseddin: "Padişah ben değilim" diyerek yanındaki II. Mehmed'i gösterdi. II. Mehmed ise "Hünkar benim ama, o benim hocamdır. Çiçekler ona layıktır." demiştir. Ayrıca II. Mehmed’in hocası Akşemseddin, 1 Haziran 1453 tarihinde yani bugün, İstanbul’da ilk Cuma namazını Ayasofya’da kıldırdı.
Büyük fethin mimarı II. Mehmed, fetihten sonra “Fatih Sultan Mehmed” olarak anılmaya başladı. Fatih Sultan Mehmed ise kendisini “Kayzer-i Rum” yani Roma İmparatoru olarak görerek yazışmalarda bunu sık sık kullandı.
İstanbul’un fethinden sonra yüzyıllar boyunca şehre Konstantinopolis ya da Konstantiniyye denmeye devam edildi. Cumhuriyet dönemine kadar Konstantiniyye olarak adlandırılmaya devam eden şehir, 1929 yılında ismi resmi olarak İstanbul’a çevrildi.