Bakmak ve görmenin arasında bir uçurum vardır. Bakıp görebilenlerin dışında bakıp da göremeyenler de vardır. Hatta bakmayıp göremeyenler de vardır. Bunların arasında en kötüsü bakıp göremeyenlerdir.
Böyle bir durumda, bakıp da göremeyenlere anlatamayız gördüklerimizi. Gözleri kör olmaya alışmıştır. Görmeye ihtiyaç duymazlar. Görmenin, anlamanın önemini bilmezler. Ne acıdır ki bu, çevrelerinde olup bitenler tamamen hayal ürünüdür. Oysa, bizim gerçeğe ihtiyacımız vardır. Bunun bilincinde bile olmazlar. Bu kör gözler, asıl olanları reddederek kendi doğrularını savunmaktan şaşmazlar. Onların gerçekleri tek ve basit cümlelerden ibarettir. Sorgulamaya bile ihtiyaç duymazlar. Oysa, insanın tüm evreni sorgulamaya ihtiyacı vardır. Sorgulamak hayattaki tüm buluşların başlangıcıdır. Felsefenin temelidir.
Sorgulamaya başladığımız an, görmeye başlarız. O zaman, bakıp da görmeye başlarız. Zaten göremedikten sonra da bakmanın ne anlamı vardır ki ?