Roma döneminde ortalama insan ömrü 35 yıldı. 20. Yüzyılın başında ise 45 yıla ancak çıkmıştı.
Okuduğum bir kitapta “Eğer yaşamınızda daha yapacak çok şeylerin olduğunu hissediyorsanız ve arzularınızı gerçekleştirmek için kendinize “daha zamanım var” diyorsanız, gençsiniz. Ama eğer yapacaklarınız için “kalan” zamanı hesaplamaya başladıysanız, yaşınız kaç olursa olsun, orta yaşınızı geçmişsiniz demektir” diyordu.
Ne zaman “artık çok yaşlı” olunur? Hangi yaşta pes etmeliyiz?
106’sında ki Muazzez İlmiye Çığ’dan halen Sümerler’i dinliyoruz.
93’ünde G. Bernard Shaw “Farfetched Fables”ı yazdı.
91’inde Ezmon de Valera, İrlanda Başbakanı olarak görev yaptı.
90’ında Pablo Picasso hala çiziyordu.
82’sinde Winston Churchill 4 ciltlik kitabı “İngilizce Konuşan Halkların Tarihi”ni yazdı, Leo Tolstoy “Sessiz Kalamam’ı tamamladı, Goethe aynı yaşta “Faust”u bitirdi.
81’inde Benjamin Franklin, Amerika Anayasası’nın kabulünü sağlayan diplomasiyi gerçekleştirdi.
Demem o ki, gerçekten verecek birşeyiniz kalmadığında “çok yaşlı”sınız!
Ve iyi haber de şu: O günün ille de gelmesi gerekmiyor!
Shakespeare son noktayı koymuş, yaşın sadece bir rakam olduğu hakkında:
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için..
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermediği için..
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için..