Şiddet, Sosyoloji başta olmak üzere Psikoloji, Felsefe, Hukuk, Siyaset Bilimi, Kriminoloji gibi sosyal bilimlerin birçok alanının ilgi konusu olmuştur.
Sosyolojide şiddet kavramı, sosyal kurumlar tarafından şekillenen bir sosyal olgu(fact) olarak görülmektedir.
Yoksulluk, gelir ve fırsat eşitsizliği, eşit olmayan güç ilişkileri şiddetin farklı dışa vurumlarıdır. Şiddet bir anlamda toplumsal adaletsizlikle özdeştir. Galtung’a göre şiddete maruz kalma riski de şiddettir. Şiddet kavramı bir çalışmada “izin verilmeyen, meşru olmayan, eyleme maruz kalan kişinin bedeni, psikolojik dünyası, özgürlüğü, değerleri gibi alanlarda tahribat yaratan, insan haklarını ihlal eden bir eylem biçimi” olarak tanımlanmıştır.
İnsanlık tarihi ile paralel olan şiddet olgusu hep vardı, hep de var olacak.. Çok da çeşitleri var fakat hepsi aynı yere çıkıyor: İktidar kurma!
Siyasal alanda devlet bu aracı kullanırken, gündelik yaşamda eşit olmayan cinsiyet ilişkileri ağı içinde bu iktidar daha da kendine yer ediniyor ve eylemde bulunuyor.
Sadece ülkemize özgü olmasa da, Türkiye’de daha da yakıcı sonuçları içinde barındıran “kadına şiddet” evrensel bir problem ve insan hakkı ihlali olarak geçmektedir.
Kadının dönüşümünün sürekliliği, çocuk yapma dışındaki üretkenliği erkek egosunu sarsmış ve saldırarak, yok ederek bu eşitliği ortadan kaldırmak istemiştir.
İstanbul Sözleşmesi’nin önemi ve değeri tüm bunları içermekteydi. Zaten hiç uygulanmadı, en sonunda da yok sayıldı..
Bizde ki bu yaralar nasıl iyi edilecek, edilebilecek mi, bilmiyorum. Bildiğim, kendimizi korumak konusunda bir başımızayız...