Sinema; senarist, yönetmen, oyuncular, görüntü yönetmeni, seslendirme yönetmeni, ışık ve set ekibi gibi çok geniş bir kadronun ortak çalışmasının ürünüdür. Bireysel bir sanat etkinliği değildir.
19. yüzyılın sonunda Fransız Louis (Lui) ve Auguste Lumiere (Ogüst Lumiya) kardeşler, geliştirdikleri sinematograf adlı aygıtla ilk kez hareketli görüntüyü elde ettiler. Sinemanın doğuşunu simgeleyen bu gelişmeden sonra Lumiere kardeşler, halka açık ilk film gösterimlerini de 1895’te Paris’te yapmıştır.
İlk dönem filmleri 15 dakikayla sınırlı, günlük hayatı aksettiren görüntülerden oluşmaktaydı (Askerin yürüyüşü, demircinin çalışması gibi). Sonraları kısa komediler, haber filmleri ve belgeseller çekilmiştir.
Sinema başlangıçta basit bir eğlence türü olarak görülmüştür. Ancak 20. yüzyılın başlarında önemli bir ticaret ve sanayi dalı durumuna yükselmiştir. Bu dönemde sinema, film türü bakımından da oldukça gelişmiştir. Yıllar içerisinde vvestern, bilimkurgu, komedi, korku, polisiye, müzikal gibi birçok film türü ortaya çıkmıştır.
İlk çıktığı dönemlerde ses ve görüntüyü birlikte kaydeden teknoloji olmadığı için filmler sessizdi. I. Dünya Savaşı’ndan sonra sinemada ses ve görüntü birlikte kullanılmaya başlandı. Sinema bir eğlence aracı olmanın ötesine geçti. Çeşitli düşünce ve kültür birikimlerini de ortaya koyan çok yönlü bir anlatım aracına dönüştü.
Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na girdiği günlerde (14 Kasım 1914) Ayastefanos’taki (Yeşilköy) Rus Anıtı yıkılır. Yedek subay Fuat Uzkınay da bu anı görüntüler. “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” adıyla yayınlanan bu tarihî belgesel, ilk Türk filmi kabul edilir.