İlk yazısı 1950’de yılında çıkan Karasu’nun ilk öyküsü 1952’de Seçilmiş Hikâyeler dergisinde yayımlanır. Daha sonra Dost, Türk Dili, Gösteri, Forum, Tan, Gergedan, Çağdaş Şehir, Argos, Kedi dergilerinde çeşitli yazıları yayımlanır. 1950 ile 1990 yılları arasında eleştirilerde, sanat konulu deneme ve çevirilerde, tanıtım yazılarında Bilge Karasu adına sık sık rastlanır. Bireyin sorunlarına inerken okurun karşısına farklı bir düz yazı tekniğiyle çıkar. Klasik olay örgüsü çizgisinden farklı bir yöntem kullanırken yalnızlık, tutku, korku, sevgi ve ölüm gibi konuları ele alıp çağrışımlardan ve simgelerden geliştirdiği yeni bir üslupla karşılaşılır. Edebiyat ve felsefeyi belirli ölçülerde harmanlayarak özgün örnekler vermiştir.
Karasu, 33 yaşındayken ilk kitabını yayımladı. Ardından D. H. Lawrence’tan çevirdiği Ölen Adam (The Man Who Died) adlı yapıtıyla Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’nü kazandı (1963). 1985’te yayınlanan Gece adlı romanıyla 1991’de Pegasus Edebiyat Ödülü’nü aldı. Bu roman, çeşitli dillere çevrilerek yazarın daha geniş kitlelerce tanınmasına olanak sağladı. 1970’te yayımladığı Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı adlı öyküsüyle 1971 Saik Faik Hikâye Ödülü’nü, 1994’te yayımlanan Ne Kitapsız Ne Kedisiz yapıtıyla da Sedat Simavi Vakfı Ödülü’nü kazandı. Bilge Karasu; Faulkner, Ludwig, Wouk, Simenon, Beauvoir, Barrie, Lawrence’tan çeviriler yaptı. Deneme, eleştiri ve çevirilerinde özenli bir dil yapısı kullanması dikkat çeker. Dile, dilin işleyişine, Türkçenin gelişimine önem verir. Ona göre dil bütünlüğünün parçası olan kelimeler, ancak edebî dilde kullanılırsa o dile ait olur. Bu konudaki fikrini şu sözlerle dile getirir: “Herhangi bir metnin ortaya çıkmasında hem o dilin, o metnin söylenebilir hâle gelmiş olması hem de buradan çıkarılabilecek birtakım başka metinleri de söyleyebilecek gücü bulması gerekir. Yazın da başka bir şey değil ki. Sürekli olarak bir dilin söylemiş olduklarını kayda geçiren yapıtların oluşturduğu topluluktur o dilin yazını. Bir dilin herhangi bir şeyi söyleyebilir hâle gelmesiyle ondan sonra başka şeyleri de söyleyebilir olması yazının varlığıyla ilişkili bir şeydir. Onun için ikide bir söylerim. Yazın her şeyden fersah fersah ötedir. Dilin belleğidir diye.” Bilge Karasu, tüm benliği ile sahiplendiği Türkçenin ifade sınırlarını sonuna kadar zorlar. Pegasus Edebiyat Ödülü'nü aldığı törende yaptığı konuşmasında “Ben kendimi Türkçeye borçluyum” diyerek içinde yetiştiği kültürün diline gösterdiği duyarlılığı gözler önüne sermiştir. Yazar diğer dilleri öğrenme konusunda da uğraş verir. Türkiye’nin ilk kültür bakanı Talat Sait Halman, Bilge Karasu’nun yirmili yaşlarında sekiz dil bildiğini, ölümüne yakın bir zamanda da Japonca öğrendiğini söyler. Ayrıca ana dili dışında en az iki üç dilde yazabilecek donanıma da sahiptir. O, keskin bir zekâya, güçlü bir hafızaya sahip yetenekli bir yazardır. Saatlerce masa başından kalkmayan, çalışkanlığı ve sabrıyla üretme daha iyisini yapma uğraşı içindedir. Yalnızlığı, sessiz, sakin bir yaşamı sevdiğini, içe kapanıklığını yakın dostu Füsun Akatlı’nın "Bilge’ye" adlı şiirinden “Ölümün/yaşaman gibi sakin sessiz kendiliğinden” dizesiyle öğrenilir. Yazarın hayatında kitaplar ve kediler ayrı yer tutar. Yaşamındaki birçok ayrıntı eserlerine de yansır. Özellikle çocukluk yıllarının geçtiği Beyoğlu sokakları, Mete caddesindeki çocukluk evi, Samanpazarı, Nilgün Sokağı, Kavaklıdere’de önü vişne ağaçlarıyla dolu ev eserlerine de yansıyan önemli adreslerdir. Bilge Karasu, edebiyat dünyasında alışılmışın dışında bir anlatım tekniği ile adından söz ettirmiş önemli bir değerdir.