Neden sonra vazgeçeriz en sevdiklerimizden, neden sonra vazgeçer en sevdiklerimiz bizden? Bizler mi çok değiştik yoksa onlar mı artık o tanıdığımız insanlar değil? Ya da biz mi tanıdığımız sanarken aslında sadece kafamızın içinde olmasını istediğimiz kişiler olarak mı gördük onları, ondan mıdır bu hüsranımız, ondan mıdır bu hayal kırıklıklarımız? Aslında sevdiğimiz, değer verdiğimiz insanlar hep aynıydı da biz mi kapatmıştık gözlerimizi? Gerçek dünyayla tanışınca, o öyle yapmaz dedikçe, o öyle konuşmaz dedikçe tam tersiyle karşılaşmaya başladık belki de. Ama neden öyle yaptı, neden böyle söyledi diye düşünüp dururuz, halbuki o hep öyleydi, hep o sözler çıktı dudaklarından, biz sadece görmek istediklerimizi görüp, duymak istediklerimizi duyduk. Sonra karşımıza çıkmaya başladı kaçtığımız o davranışlar, sözler. O zaman fark etmeye başladık, biz aslında o insanı sevmemişiz ki, biz aslında yarattığımız, hayal ettiğimiz insanı sevmişiz. Peki neden iş işten geçince fark ettik bu gerçekleri, neden ilk başında görmedik aslolanı? Çünkü o zamanlar kimsenin yardımına ihtiyacımız yoktu, kimsenin aramasına, kimsenin sorup merak etmesine. Bir bakmışız beklentiler denizine boğuluyoruz, biri çıksın beklentilerimizi karşılasın da kurtulayım bu denizden diyorsun, sonra birden fark ediyorsun; beklentiler içine girdiğin o dünya aslında tamamen senin aklının bir kurmacası, kendi içinde kurduğun ütopya. O zaman anlıyorsun bu dünyadan kurtulman gerektiğini, o zaman tanışıyorsun gerçeklerle. Hayatında bir kere boğulman gerektiğini, kimsenin elini tutmadan yüzme öğrenmen gerektiğini. Sonra fark ediyorsun ki beklentiler sadece bir aldatmaca, aslolan gerçekçi olmak. Başlıyorsun gerçekçi biri olmaya; başkası için değil, sadece kendin için. Daha az üzülmek için, bir daha boğulmamak için. Kimseden yana bir beklentin kalmıyor; insanlar tanırım girer hayatıma, olabilir çıkadabilir bir gün hayatımdan, hayatın ne getireceğini bilemeyiz di mi? İnsanlar tanırız; vazgeçilmez olduğumuzu hissettirir, olabilir bir gün gelir vazgeçer senden, sonuçta onun hayatında olmadığın zamanlar da oldu. İnsanlar tanıyacaksın; çok tatlı dillidir ama bir bakmışsın o tatlı dilden sana dökülen yalanlar belirmeye başlar, olabilir iyilik kadar kötülük de insanoğlunun en iyi tanıdığı hislerden biri. Peki biz ne zaman vazgeçeriz sevdiklerimizden? Onların hayatında sadece minik bir yerimiz olduğunu fark edince, günlerce hiç aramasan sormadan senden bir haber yaşayabileceğini fark ettiğinde, sensizliği bu kadar kolay kabullendiğinde. Gözünden yaşlar geldiğinde hiç üzülmediğini fark edince, mutluluktan kahkahalar attığında kıskanan gözlerinin üzerinde gezdiğini fark edince. Ve sonra fark ederiz ki biz sadece sevmek, sevilmek istemişizdir. Bu duyguyu öylesine temiz ve saf tutmuşuz ki yüreğimizde, hiç kirlenmesin istemişiz. Belki de insan kalabilmek için bir çabamızdı bu, belki de sevgiyi kirletmemek, insanlığımız için vereceğimiz son savaştı..