Nedir bizim bu kendimizi kabul ettirme çabamız, nedir bu hep bir yere ya da insana ait olma çabamız? Gerçekten bu kadar önemli mi başkalarının bizi kabul görmesi? Peki kabul görülmek nasıl gerçekleşiyor, neye göre, kime göre, hangi faktörler içeriğini belirliyor ya da kim belirliyor.. 23 yaşındayım, bu konu hakkında ne kadar bilgi birikimim olabilir bilemiyorum ama bu kabul görülmenin bendeki etkilerinden bahsetmek istiyorum açıkçası. İlkokuldasın en güzel, en renkli defterlere, silgilere sahip olmak istiyorsun. Liseye geliyorsun ergenliğin en doruk noktalarında tek derdin arkadaşlarının seni kendi aralarına almaları, seninle birlikte okuldan kaçmaları, birlikte kopya çekmeler. Sonra bakıyorsun en marka ayakkabıları almak, en moda takıları takmak, absürt veya hoşuna gitmese bile en trend şarkıları dinlemek en büyük amaçlarından biri haline gelmeye başlamış. Sosyal medyada hiç olmadığın biri gibisin. Aslında hiç keyif almayacağın mekanlarda, hiç sevmediğin tatları tadarken buluyorsun kendini, sırf o hikayeyi atmak, sırf gündeme, modaya ayak uydurmak adına. Peki neden kendi önceliklerimizin önüne geçiyor bu sahte şeyler, bize aslında hiç zevk vermeyen, bizi hiç mutlu hissettirmeyen şeyler. Acaba ergenliğin getirdiği o çömezlik midir ya da aslında tam olarak ne istediğini bilmemektir bizi bu duruma iten veyahut da aslında kendimizi tanımamak mıdır? Bu aslında bana göre tecrübesizlik veya daha olgunlaşmamaktır. Lise bitiyor üniversiteye geliyorsun; bakıyorsun herkes çok farklı, herke çok farklı dünyalardan gelmiş. Biri a derken diğeri b diyor, diğeri kırmızıyı severken bir diğeri maviyi seviyor. Kendilerine ait zevkleri, mutlulukları, düşünceleri olduğunu fark ediyorsun. Yani böyle bir dünya da mümkün diyorsun. Tek tiplilikten uzak, kendine ait bir dünya. Bakıyorsun sonra kendine, acaba ben ne istiyorum, beni ne mutlu eder ki diye. Sonra deneyim edinmeye başlıyorsun; farklı insanlarla görüşerek, farklı ortamlara girerek, farklı tatlar tadarak. Deneye deneye, tecrübe ederek buluyorsun kendini. Acaba bizim kabul görülmek istememizin en büyük nedenlerinden biri aslında kaybolmuş hissederken biraz olsun nefes almak için bir şeylere, birilerine, bir ortama aitmiş gibi davranmak olabilir mi? Yani 23 senelik yaşantımdan birkaç sonuç çıkaracak olursam o da sanırım insan kendini tanıya tanıya anlıyor bazı şeylerin ne kadar da absürt olduğunu, kendini bulmaya başladığında anlam kazanıyor bir şeyler. Başkalarının sevdiği müzikler, filmler, renkler değil; benim istediğim renkler, filmler, müzikler nedir diye düşünmeye başlayınca kabul görülmenin aslında insanın içinde, kafasında, ruhunda gerçekleşen bir olay olduğunu anlıyorsun. Hem düşünsenize sevmediğiniz renklerin, müziklerin, filmlerin içinde kendinize bir dünya yaratmışsınız ve insanlar böyle bilip seviyor sizi, bu biraz da kendimize ihanet değil midir? Aslında kendi içimizdeki benliğe olan ihanet.. eminim herkesin kendi renkleriyle çevrili, kendi müziğiyle uğuldayan, kendi filmleriyle yaşadığı dünya çok daha fazla gerçekçi ve haz verir. Hem ruhumuz da beslenmiş olur, hem gerçek benliğimizi bulmaya çalışır, hem de gerçek bir şeyler yaşamaya başlarız. Sanırım başkalarının dünyasında yaşamaktan vazgeçince kendi dünyamızı bulmaya başlıyoruz, sanırım bize biraz cesaret gerekiyor..