Yemek yemeden yaşanamaz. Her ne kadar fizyolojik bir ihtiyaç olsa da yemek şekli, kullanılan baharattan kullanılan ana ürüne yemeği var eden her şey toplumun kültürel ögeleri ile iç içedir.
Toplumlardan herhangi birinde hoşa gitmeyen, asla yenmeyecek gibi gözüken hatta ve hatta iğrenilen yemek başka bir toplumun olmazsa olmazı olabilir. İnsanlık tarihi boyunca yemek kültürü toplumların doğal koşulu ile şekillenir. Toplumsal farklılık gösteren coğrafyadan inanışlara, örf ve adetlere, zaman içindeki diğer toplumlarla olan bağlarına kadar etkileşimle birlikte bu kültür değişir ve dönüşür.
Bütün bu dinamiklerle birlikte yemek kültürü toplumsal bir simgeye dönüşmüştür.
Yemek kültürünün simgeleşmesi, kişinin ya da topluluğun hangi topluma yakın olduğunu, hangi toplumun parçası olduğunu ve hatta ve hatta hangi dünya görüşüne sahip olduğunu dahi gösterebilir.
Toplumların birbirleriyle olan etkileşimleri ve çelişkileri değişimi ortaya çıkartır. Sadece toplumların birbirleriyle olan ilişkisinden de öte insan-doğa ilişkisi/çelişkisi de bu değişimleri, toplumsal, kültürel farklılıkları ve değişimleri doğurur.
Yemek yeme işi de toplamında tüm bunlarla ilişkili. Besinin üretimi, hazırlanması, pazarlanması, tüketimi… Tarih boyunca her coğrafya, bu coğrafyanın özgü koşulları içinde yemeği var etmiş ve yemek kültürlerinin diğer kültürler gibi farklılık göstermesine sahne olmuştur.
Zaman içerisinde insanlık tarihinin sosyal, ekonomik ve siyasi değişimleri ile birlikte beslenme kültürleri de değişim göstermiş durumda. Şuan yaşadığımız zaman diliminde, geçmişe oranla kat kat be fazla şekilde; herhangi bir coğrafyanın yemeği hakkında bilgi sahibi olmamız ve deneme şansımızın olması da yemek kültüründeki küreselleşmeyi gösteriyor olabilir.
Ama yine de hala ve bir süre daha bir toplumda kabul görülen, benimsenen, o toplumun ismi verildiğinde ilk akla gelen yemeğin diğer bir toplumda hoş karşılanmaması, toplumların birbirleri ile geçmişte çok ilişki hainde olmaması ile ilgili. Ya da başka bir toplumla daha ilişki halinde olmasıyla ilgili.
Her hangi bir topluma sataşmamayı deneyerek örnek verecek olursak, Amerika ve Anadolu devletlerinin arasındaki bağ, Amerika topraklarında, yerli meyve olan domatesin bu coğrafyaya gelmesi ve coğrafyanın olmazsa olmazı olan salçaya dönüşmesi meselesini düşünebiliriz. Ya da bundan 15 yıl önce orta gelirli ailelerin, az gelirli ailelerin ismini dahi duymadığı avokadonun küresel sermayenin de destekleri ile mutfaklara girmesi diyebiliriz. 15 yıl önce nasıl yenildiği bilinmeyen bir yiyeceğin Anadolu mutfağının içine dahil olmaya başlaması gibi…
Tabi meyve ve sebzenin, farklı kültürlerdeki mutfaklara girmesi çok daha kolay olurken hayvansal ürünlerde bu kolaylık olmaması da başka bir konu.
Nedeni de hayvanlara toplumda verdiğimiz, biçmeye çalıştığım rol.
‘X’, ‘Y’ ve ‘Z’ harflerini temsil eden binlerce hayvan ve yüzlerce kültür olduğunu düşünerek bunun nedenine göz atalım;
Bir toplum ‘X’ ve ‘Y’ hayvanlarını yiyecek olarak kabul ederken ‘Z’ hayvanını arkadaş olarak kabul ediyor.
Bir diğer toplum ‘X’ hayvanını yiyecek olarak görüp, ‘Y’ hayvanını kutsal görüp, ‘Z’ hayvanı için herhangi bir şey düşünmüyor.
Başka bir toplum ise ‘X’, ‘Y’ ve ‘Z’ hayvanlarını yiyecek olarak görüyor.
Bazı toplumlar ise ‘X’, ‘Y’ ve ‘Z’ hayvanlarını arkadaş olarak görmekten de ziyade onları yiyecek olarak görmüyor.