Yaktı türküleri gönlün çırası ile…
Bu topraklardan nice aşıklar geçti. Her birinin dermanı ondaydı. Her dermen derdin içinde giziliydi. Derman da dertti, dertte derman.
Aşıklardan Veysel 1894 yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesinde Sivrialan köyünde dünyaya gözlerini açtı. Gözlerini dünyaya açtı açmasına ama gözleri de çiçek açacaktı. Veysel'in iki karındaşı vardı. İkisi de yitip gitti. Çiçek hastalığı, bedenlerini toprağa tohum gibi bıraktı. Aşıklardan Veysel’de hastalandı. Çiçek tohumları, gözlerine ilişti. Gözlerinde açtı. Dünyayı artık başka gözlerle görecekti.
Veysel’in babası, ona oyalanması için bağlama aldı. Bağlama ile kurduğu bağ, ağacın toprakla kurduğu bağdan da öteydi. Başka bağların, başka ozanların şarkılarını vurdu tele önceleri. Telden çıkan ahenge verdi sözünü de söyledi türkülerini. 1930 yılında Sivas Maarif Müdürü olarak görev yapan Ahmet Kutsi Tecer ile Kutsi Bey tarafından düzenlenen bir şairler gecesinde tanıştı. Kutsi Bey tarafından verilen destek ile birçok ili dolaştı durdu.
Aşıklardan Veysel, son büyük temsilciydi. Aşıkların son büyük, akla gelmez, akıl almaz temsilcisiydi. Son usta son aşık, Köy Enstitüleri'nde saz hocalığı da yaptı. Yüreğinin ateşinde bağlamasının tellerini dağladı, gözlerini dağladı, sözünü ateşe attı da yaktı türkülerini.
Âşık Veysel’in oyalansın diye elinde olan bağlaması, gözlerindeki çiçeklere rüzgar oldu. Gözlerindeki çiçeklere cansuyu oldu. 10 yaşındayken dokundu tele. Sazın ustaları Çamşıhlı Ali ve Molla Hüseyin'den ders aldı.
Âşık Veysel, cana can toprağa tohum olacağını bilerek ‘Dostlar hatırlasın beni… ‘dedi de göçtü çiçeklerin diyarına.
Sevgiye de dair konuştu. Sevdaya dair. insanın gördüğünün kalpteki aynayla ilgili olduğunu biliyordu. sevdanın perdesi olduğunu, sevdanın perdesinde görülenin başka olduğunu bilirdi. Aşık ve maşuk olduğunda güle verilen kırmızının kıymeti olduğunu, dünyanın özünün sevdada olduğunu, tahtların en güzelinin gönüldeki köşkte olduğunu…
Dizelerine döküldü, sevdanın yansımaları. Mısralarında can buldu, sevilen olduğunda dünyanın gülle kaplı bahar bahçeleri olduğunu, sevilmeyene ise gül bahçesindeki tek dikenin canhıraç geldiğini…
*
Güzelliğin on para etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa.
Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başk'olmasa.
Güzel yüzün görülmezdi
Bu aşk bende dirilmezdi
Güle kıymet verilmezdi
Aşık ve maşuk olmasa.
Senden aldım bu feryadı
Bu imiş dünyanın tadı
Anılmazdı Veysel adı
O sana aşık olmasa.
*
Sevdadan geldiğini söyledi, dizelerinin. Sevdanın kapılarını açarak sazın tellerinde can bulduğunu, sevdanın çiçek açmış gözlerindeki dikenli dal olduğunu söyledi. Söyledi de gitti bu diyardan.
“Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han konan göçer
Ay dolanır yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın”