Var olan dünya da ilk canlılar güneşi selamladığı günden bu yana insanlar iki şey için yaşadı. Yaşamak ve daha güzel yaşamak.
Sonraları bu bozuldu. Kimse durmadı. Kimsenin vakti kalmadı durup ince şeyleri düşünmeye. Büyük yapbozlarda boğuldular. Öldüler. Yok oldular.
Ama küçük şeylerdeki gizemi arayan birileri de mutlaka oldu. Duyulan; çok kısa bir anda duyulan birkaç notadan şarkılar çıktı. Besteler…
Bir anlığına görülen bir manzaradan resimler çıktı, filmler, kitaplar, öyküler…
Küçük şeylerden büyük gizemler var oldu. Yemek yemek, su içmek ve barınmanın da ötesinde idi insanlar için yaşamak. Bazıları bunu da gördü.
Bunun için de ayrıca çalıştı.
Yaşamda, doğada sanatı çıkarttılar. Elleriyle, tırnaklarıyla kazıdılar.
Bazı ritüellere dayansa da neredeyse her sanat; günümüzde yeni ritüeller doğurmaya da devam ediyor.
Pagan tanrıların gönüllerini doyurmak için ortaya çıkan müzik gibi, heykel gibi, resim ve mozaik gibi ritüellerle gelişti sanat.
Sanatla da gelişecek yaşam.
Pagan inanışlarda ilk emeklemeler, ilk adımlar çıktı. Sanat gelişti. Bu birkaç satıra sığacak mesele de değil. Bin kitaplara dahi sığacak mesele de değil.
Sanatı bu köşeye sığdıramasak da mikro mozaiklerle ilgili birkaç kelam edelim.
Günümüzde minicik şeyler ve devasa şeyler birleşiyor. Zamanın kum taneleri, zamana birleşiyor. Kum tanelerinden tablolar, bu güzellikle var oluyor…
En azından böyle düşündüm.
Cevdet Ar ile tanıştığımda böyle düşündüm. 10 yılını, kendi var ettiği sanata adamış Cevdet Amca, kum taneciklerinden tablolar yapıyor. Başka malzemelerden yapılan mozaikleri kum tanecikleri ile birleştirmeyi denemiş.
Denemekle de kalmamış, can alıcı noktalarda seyircileri ile buluşturmuş.
Bir savaşın, bir hikayenin, günümüzün en can alıcı noktalarını tablolarına döküyor. Can alıcı olayların yaşandığı zamanları, zamanın kumları ile birlikte tablosuna döküyor.
Kim bilir, zamanı durdurup, yaptığı tablolardaki ana gitmenin bir yolu da budur. O zamanlara gidip; düşünmenin, o anları anlamanın ve o anlamla günümüze dönmenin bir yolu…
Troya Savaşı’na dair tablolarında; Troya Kentinin Felaket Kehanetinden başlayarak, olayların en can alıcı anlarını resmetti. Her bir anı can alıcı olduğu kadar, göz kamaştırıcı sahneleri…
Tablolarında, günümüzün destanlarını da işledi. Kadınları, Boğaziçi olaylarını, İstanbul Sözleşmesini, Küresel yangınları…
Mitolojik hikayeleri için Homeros’un, Rüstem Aslan’ın, Yusuf Ay’ın hikâyelerinden, destanlarından, araştırmalarından yararlanmış. Okumuş, okumuş… Hayalinde canlanan en güzel görüntüyü yansıtmış tablolarına.
***
Benim için en can alıcı noktası da kum kullanması. Kum.
Zaman kumu ile zamanı durduran resimler yapması. Ve ne çıkacağını da bilememesi…
Tutkalın kaç kum taneciğini tutacağını bilememesi, renklendirdiği kumların nasıl gözükeceğini bilememesi… Zamanın bize ne getireceğini bilemediğimiz gibi…
Geçmişi ve günümüzü, zamanın kumları ile işlemesi sanata da yaşama da başka bir bakış açısı getiriyor. Geçmiş ve şimdiki zaman kum saatinin kumları ile aynı düzleme erişiyor. Ve her bir tablonun da odaklandığı bir amaç var. Her saniyenin dünyadaki önemi gibi…
Her bir tablo, anlamamızı sağladığı gibi aydınlatıyor da…
Sanatın bir yönü de bu değil mi?
Işık ve karanlık.
Hangisini seçerseniz…