Zalimin zulmünün gökyüzünde yaşadığı yıllardı. Zulüm karanlık ve büyüktü.
Oysaki güneş balçıkla sıvanmaz demişlerdi.
Güneşi balçıkla sıvadılar!
Yetmedi, bulutlara bombalar yağdırdılar.
Yetmedi, sulara kömürler attılar.
Tüm bir coğrafya, balçıkla sıvandı. Tüm coğrafyalar, balçıkla sıvandı. Her yer karabataktı.
Karanlığın büyüklüğü, insanlığı yenmek üzereydi.
Karanlık insanları yenmişti aslında bin yıllar önce. Ama insanlık kalmıştı. İnsanların içinde, bazı insanların içinde kalmıştı.
Suya zift katılsa da katran dökülse de hiç fark etmezdi.
İnsanlığın son kırıntıları, oradaydı.
İnsanlar bitkiler gibiydi. Bazı insanlarda aynı kaktüsler gibi.
Cehennem sıcakları geldiğinde her şey yok olsa, yansa çürüse bile,
Toprakta tek zerre su kalmasa bile,
Yaşamın belirtisi bir tek yeşil kalmasa bile…
Kaktüsler oradaydı.
Neredeyse tüm inanışlara göre, yaşam sudan var olmuştu.
Bulutlar, yok olsa toprak kururdu.
Irmaklar katrana boğulsa, denizin içindeki canlılar ölür toprak zehirlenirdi.
Sudan çıkan yaşam, susuz kururdu. Ölürdü. Yanardı. Yangınlara boğulurdu.
Ama kaktüsler yaşardı.
Yaşamın olmadığı yer de bile yaşamaya gayret gösterir ve bunu başarırdı. Kaktüsler, yaşamın olmadığının düşünüldüğü yerlerde bile yaşardı.
İnsanlık da tam da böyle idi.
İnsanca yaşam koşullarının olmadığı yerlerde bile varlıklarını korumak için ellerinden geleni yapardı.
Kaktüsler susuz da yaşarlardı.
Hiçbir canlı susuz yaşayamazken kaktüsler susuz da yaşarlardı. İnsanca yaşama koşullarının olmadığı yerlerde bile.
Yaşa tutunurlardı.
Dikenleri ile yaşama sıkı sıkıya bağlanırlardı. Yaşam budur işte.
Olmayacak yerde olmayacak bir zamanda varlığını korumak, kendini korumak için elinden geleni yapmaktır.
Bazı insanlar, kaktüsler gibi susuz da yaşar.
Hiç kolay da değildir.
Toplum, karanlık; onların dikenlerini sökmek ister, törpülemek, renklerini değiştirmek ister. Yerlerini değiştirmek ister.
Ama o kaktüsler, o insanlar buna asla müsaade etmezler.
Susuz da olsa, insanca yaşayabilmek için ellerinden geleni yaparlar.
Kuruyarak yok olmanın eşiğine, yanarak kavrulmanın eşiğine de gelseler, dimdik dururlar.
Güneş balçıkla sıvanmış olmasa dahi, ırmaklara katranlar dökülse, toprak zehirlense dahi, onlar hep oradadırlar.
Koca karanlıkta, yeşil görünümleriyle dünyaya meydan okurlar.
Ruhları kaktüsler olan insanlar, birbirlerini tanırlar.
Kalplerinde birer kaktüs taşırlar.
Birbirlerini gördüklerinde, hemen tanırlar. Dikenleri, birbirine batmaz. Karanlığı yarmak için ordadırlar. Kaktüslerin dikenleri, yaşamın kökleri gibidir.
Toprak olmasa bile tutunacak bir fikir bulur…