‘Can dediğimiz nedir?’ sorusu ile başlayalım yazıya. Can dediğimiz nedir? Bunu her okuyucumuz bir düşüne dursun…
Hemen kısa hatırlatmalarla; can dostlarımızı analım. Hatta onların önünde saygıyla eğilelim.
Orman yangınlarında canlarını kaybeden vahşi doğanın efendilerini hatırlayalım… Minik sincapları, cüsseleri ile korkutan domuzları, geyikleri, kanguruları, şarkılarıyla içimizi ısıtan kuşları…
Yazın en coşkulu şarkılarını söyleyen cırcır böceklerini, kertenkeleleri ve karıncaları…
Deprem ve sel felaketlerinde, evlerimizin efendisi olan kanaryaları, kedi ve köpekleri…
O fotoğraflarla ne kadar içimiz acıdı değil mi? Ne çok canımız yandı. Sadece büyük boyuttaki canları görebildik oysa… Kabuğu yanan bir kaplumbağayı, yanmış bir ineği… Diğerlerini görmediğimiz için gönlümüzde onların acısına katlandı (!)
***
Hemen bir minik sıçrama ile, şehirlerde kaldırımda boylu boyunca uzanan can dostlarımızı düşünelim. Ölü bedenleri ne kadar canımızı yakıyor değil mi?
Bu anlık bir duygu mu?
Anlık bir duygu olmalı mı?
Can dostlarımız ölüyor. Ve biz ne yapıyoruz?
Doğal olmayan koşullarla ölüyor. Biler onlara yardım edebilecek iken ölüyorlar.
Evden çıkarken su koyduğumuz bir bidonla güzergahımızdaki su kaplarını doldurmak ne kadar zor olabilir? Birazcık cebimizden arttırarak, onların günlük ihtiyaçlarını karşılamak ne kadar zor olabilir? Sadece hayvan severlerin işi mi? Sadece belediyelerin ve STK’ların işi mi? Bize hiçbir şey düşmüyor mu? Anlık olarak, ölü-hasta bir bedeni görüp üzülmekle mi yetineceğiz?
Sıcaktan kavrulduğumuz bu yaz onları biraz da olsa anladık mı? Her can canan değil mi?
Biz buz gibi su ararken onlar ‘TAZE, TEMİZ’ suya muhtaç. Su koymak bu kadar zor olmamalı. Evlerinizin, binanızın önüne bir kap su koymak, onun temizliği ve güvenliği için çalışmak; belki kendinizi bile iyi hissettirir. Tabi, rasgele bir noktaya değil; arabaların olmadığı, su içecek canlının rahatça su içebileceği ‘GÜVENLİ’ bir yere.
Ve sadece yaz aylarında da değil…
Yazın daha çok canlılarla iç içe olmanız, kışın o canları sihirli sözlerle yok etmiyor. Yazın yeni sihirli sözlerle geri gelmiyorlar.
KIŞ AYLARI DA DİĞER CANLAR İÇİN YAZ KADAR ZOR.
Daima ve her yerde.
Canlar için çalışmak gerek. Evlerinin üzerine ev diktik. Zorla evcilleştirdik ve şimdi sokağa bıraktığımız hayvanlara karşı sorumluluğumuz var. Sokağa bıraktığımız, sokakta yaşayan her bir canlıya karşı.
Evcilleştiremediğimiz, (!iyi ki) kuşların özgürce uçan kanatlarına karşı sorumluluğumuz var. Tabi bu da başka bir yazının konusu olarak kalsın.
***
Ve hemen büyük bir sıçrayışlar, duygularımıza dokunan minik kedilerden, köpeklerden uzaklaşalım. Can dostlarımızdan haşerelere doğru yaptığımız sıçrayışta; ‘bö-cek-leer’ dediğinizi de duyar gibi oldum.
Sahi?
Böcekleri, kedilerden ve köpeklerden ayıran nedir? Neden, ‘BİZİM EVİMİZİ İŞGAL EDİYORLAR?’
Nedenini söylemek istiyorum.
ÇÜNKÜ, BİZ ONLARIN EVLERİNİN ÜSTÜNE KAÇAK KAT ÇIKTIK.
Biz yaptık.
‘Haşere’ evlerinin üzerine ev yaptık. Dünya gezegeni yaşayan bir gezegen olduğu sürece, olmasını istediğimiz sürece de böyle gidecek.
Tekrar soralım. Böcekleri, kedilerden ve köpeklerden ayıran nedir?
Hiç.
Koskoca bir hiç.
Onları; kedilerden ve köpeklerden ayıran tek özellikleri, böceklerin eklem bacaklı olmasıdır. Kediler ve köpekler ise omurgalı memeli hayvanlardır. Tek fark bu.
Yani hepsi canlı.
Elbette, evimizde onları besleyelim demiyorum. Bu sizin için sağlıksız koşullar doğurabilir.
Ama onları öldürmeden evden kaçırmak mümkün olabilir mi? Denemeye değmez mi? Biraz daha uzun sürede, haneleri terk edip evlerine dönerler. Ama onları öldürmeden, evden ‘kaçırmak’ mümkün.
Canlılar ölmesin diye; ormanlar yanmasın diye ormanlara cam atmamak, kamp ateşini söndürmek gerektiğini söylüyor isek; yaz aylarında bir kap su, bir kap mama diyor isek; aynı şey neden böcekler içinde geçerli olmasın?