Karanlık ve aydınlığın, kara ve ışığın tam ortasında Anka Kuşu ve gizemli bir zerre ortaya çıktı. Anka tüm evrenin nasıl oluştuğunu izledi. Gördü. Bildi.
O minicik zerre de neredeyse her şeye şahit oldu. Sadece bazı yıldızlar diyarlarına çok uzanamadı.
O zerre Dünya gezegeninde Kaf Dağı’nın ardında toprakla buluştu. Can suyu gözyaşları oldu. Dünyanın ilk canlısı, bitkisi o oldu. Dünyanın 7 kat altı ve 7 kat üstünü ezbere bilen bu minik zerre filizlendi. Kökleri o kadar derine indi ki… Bu toprağa başkaldırı gibi göründü. Aslında toprağı sardı ve sarmaladı. Rüzgarların ve yağmurların toprağı dağıtmasına engel oldu.
O minik zerre aslında kadim bir tohumdu. Adı bilgelik ağacı.
Bilgelik Ağacı bilinmeyen ülke Kaf Dağı’nda filizlendiği zaman kökleri 7 cihana, denize ve topraklara kadar sarmalandı. Dalları, ah o bahar dalları… 7 cihan 4 iklimde daima çiçekli olan yeşil olan bahar dalları göğün göğsünde varlığını sürdürdü.
Bilgelik Ağacı’nın hikayesini sonraki yazılarımızda anlatmaya devam edeceğim. Şimdilik biz insanların, Bilgelik Ağacı’nın köklerinin tohumları arasında yer alan zeytin ağaçlarını bilmemiz kafi… Barışın ve dostluğun simgesini…
Kaf Dağı’nda ilk defa filizlenen ve köklenen Bilgelik Ağacı’nın ilk uzandığı topraklar arasında da Çanakkale yer alır. Bin Pınarlı İda’nın muhteşemliği buradan gelir. Sihirli pınarlar köklere bambaşka bir can vermiştir. Anka Kuşu’nun en sevdiği yerin İda olmasının bir nedeni de Bilgelik Ağacının kökleridir. Bilgelik Ağacı’nın da gerçek dünyaya ilk ulaştığı toprakların İda olmasının nedeni, Anka Kuşu’nun dünya gezegeninde en sık uğradığı dağ olmasıdır…
Bilgelik Ağacının İda’daki kökleri zamanla geçmişin izleri, geleceğin sevinçleri ile kaplanmıştır. Toprak üzerini örtmüş yeni filizlere ev olmuştur. Sadece toprak da değil… Yaşanmışlıkların bütün gizemi. İda’ya ilk gelen insanların ayak izleri, Kuşların kanat çırpışı, çiçeklerin açması…
Bilgelik Ağacı hepsine hakimdir. Yani tarihe, bilime, kültüre, sosyolojiye, insanlara ve insanlığa, sanata, edebiyata, mimariye, tapınaklara ve tanrıçaların ilk izlerine… İlk güzellik yarışmasına. İlk savaşlara ve barışlara…
Hepsinde haklılık ve haksızlık görür.
Kökleri çok derinlerdedir.
Troya Müzesi’nin de sergilenen her bir mermerin her bir metalin işlenmesinde onun ışığından ve ateşinden yararlanılmıştır. Hepsine tanık olmuştur.
Bilgelik Ağacı için müzeler, insanların ve insanlığın kökleridir. Bugünün yaşayanları ile geçmişin izleri arasında aslında görünmeyen kökler vardır. Hala derinlerde olan görünmez köklerden nefes alır, yaşam alır… Yaşamın özünü ve bugünün nedenini…
Her müzede, insanların bugün neyi ve neden yaptığının anlamı gizlidir. Hayatın anlamı… Bazen topluma uzak gözükür. Daha lüks daha aristokrat gözükür. Sadece bazı ve belli kesimlerin gidebilecekleri, görüp anlayabilecekleri yerler gibi… Halbuki aksine toplumun kendisidir. Köklerin daha günümüze yakın olan kısımlarının da gördüğü gibi. Rivayetlerin, masalların, söylencelerin canlı birer tanığı olarak eserler müzelerde sergilenir.
Bizim gündelik hayatta hangi ayakla adımımızı attığımızdan yemeklerimizin isimlerine, sanat anlayışımızdan evlerimizin bulunduğu sokakların şekillerine, askeri bölüklerimizden ilk surlara, Piri Reis’in kulelerinden günümüzde kullanılan istasyon merkezlerine…
Müzelerde tüm bu tanıklıklar gizlidir. Hala ve daima da geçmişin en kadim tanığı ve koruyucusu olarak kalacak olan tek alanlar bu kuruluşlardır belki de. ,
Bilgelik Ağacının hala koruduğu topraklarda keşfedilmeyi bekleyen onca tarih izi ve kültür katmerleri nasıl açığa çıkmayı, bizlere ışık tutmayı bekliyorsa müzelerde anlaşılmayı bekliyor.
Bir kısa not, köklerin en güçlü olduğu yerler, tohumun ilk filizlendiği yani ağacın gövdesine en yakın olan yerlerdir. Kültür de bir ağaç gibidir. Sanat ve tarih ile birlikte. Bu nedenle, toprağın bağrından çıkan eserler en yakın müzede anlaşılmayı beklemelidir. Kıtalarca uzaklarda değil…
Troya Hazinelerine, eserlerine hasret ve merakla… Evvelcenin izlerine saygı ile… Müzeler Günü kutlu olsun…