Günlerin önemi ve yıl dönümleriyle ilgili düşünüyorum da, bir filmde sevgilisini yıllar önce kaybeden bir yaşlı amcayı anımsıyorum. Sevgilisini yitirdiği tarih yaklaştığı zamanlarda kalp spazmları geçiren adam filimin sonunda kalp krizi geçirmiş, neden fiziksel rahatsızlıkların her yıl bu zamana denk geldiği de bu şekilde anlaşılmıştı.
Takvim bize bir sınır çiziyor ve diyor ki; ‘Ben netim. Değişiyorum. Senin duyguların saplandığın o anda kalıyor. Ama sen de değişiyorsun. Değişmeye karşı büyük bir özveri ile bir mücadele ediyorsun. İnsan ne kadar değişirse o tarihten, anılardan o kadar uzaklaşır… Anılardan uzaklaşması da o anları hatırlamamaya dönüşür.
Duygusu vardır ama belirsizdir.
Bireyler toplumu oluşturur. Toplumlar doğar, büyür, gelişir, yaşlanır ve ölür.
İnsanlar toplumların kalbidir. Ne kadar incinirlerse o kadar koyu renkte kan pompalarlar.
İnsanlar bir aradayken; kalp tam ritminde atarken, uzaklaştıklarında ise nabız ölüm sessizliğine kadar uzanır…
***
Evvel zaman içinde, kalbur seyrek ot içindeyken haberleşmeler güvercinlerle yapılırmış. Güvercinler hem postacıymış hem de barışın temsilcileri.
Gel zaman git zaman ülke topraklarının her bir karışında bir şey fark edilmiş… Ege kıyısında olan, Ağrı Dağında yokmuş. Erciyes Dağında olan, Boğazlarda, Hemşin yaylalarında olan ise Konya altında…
Bir yerde olan başka bir yerde yokmuş.
Yokmuş.
Barış güvercinlerinin haber götürdüğü kimseler, bir karar vermiş. Karara göre; kimde ne varsa bir yerde toplanacaklarmış.
Çıkmışlar yola.
Hünnaplar, börülceler, kayısı marmelatları, çaylar, pamuklar, ince işlemeli bindallılar, çiniler, seramikler, zırhlar, şarkılar ve türküler…
Hepsini yanlarına alıp bir yaylada buluşmuşlar.
Yaylada sel olmuş. Tufan kopmuş.
Ölen ölmüş, ölmeyen hayatına devam etmek için evine dönmüş. Ama devam da edememiş.
Kimisi yan yana gelmiş. Kimisi bir daha hiç görüşmemiş.
Zaman geçmiş, sel hikayeleri öyle bir anlatılmış ki… İşin içine yangın da girmiş, depremde… O günü lanetlemişler.
Bir ütopya başlamış…
İnsanlar yan yana gelmekten korkar olmuşlar. Birlikte olmaktan korkar olmuşlar. Farklılıklarını birbirlerine anlatamaz olmuşlar. farklı renklerdeki saçlarını, giysilerinin şekillerini, türkülerindeki ezgileri, şarkıları için yaptıkları enstrümanları, toprağın kendilerine verdiği yemişleri… Anlatamaz olmuşlar.
Güvercinler bu işe çok dertlenmiş.
Anka Kuşu’na haber vermişler. Anka Kuşu; çırpmış kanadını. Kaf Dağının ardından dünya semalarına uçmuş.
İnsanlar inanamamışlar gözlerine…
Orada, alevler içinde bir kuş… Anka Kuşu uçuyormuş. Anka Kuşu, dünyanın her yerinde farklı bir isimle anılırmış. Her bir insana görünmüş. Her bir insan, kendi gözleriyle anlamışlar kendi farklılıklarıyla anlamışlar…
Anka Kuşu’nun son uçuşu da buymuş.
Anka Kuşu’na sadece mitolojik bir varlık olarak bakan insanlara varlığının gerçekliğini, imkansızların başarılabileceğini anlatmış.
Güvercinler barışın simgesi, Anka Kuşu işe yaşamın ve umudun simgesi olmuş…
İnsanların bir araya gelebilmeleri için,
Baharın gelmesi için ihtiyaç olan tek şey ise cesaretmiş…