En çok merak dürtüsü olsa da diğer duygular da çok hakimdi. Bazen düşünürdü. En çok hangi duygu içini kapladığını. Karanlık çağlarda, yazının ilk bulunduğu tarihlerde, ilk tapınaklar inşa edildiğinde, ilk pagan tanrıça ve tanrılar dünya gezegeninin topraklarında hakimiyet kurduğunda hep oradaydı. İnsanlar yıldız kaymalarını izlemek için geceleri tepelerde uzanırken o da Ay Dede’nin yanına gider insanları izlerdi. Nedense yıldız kaydığında insanların dilekleri olurdu ve Anka Kuşu bu dilekleri duyardı.
Hep düşünürdü. İçinde en çok hangi duygu olduğunu.
Neden küllerinden yeniden doğuyordu? Alev alev yanıp, volkanların eteklerindeki küllere dönüşüyordu? O küllerden nasıl oluyor da tekrar yaşam buluyordu? Kendisi gibi başka canlı var mıydı? Neden tekti?
Sonra fark etti ki kendisindeki değişiklikler sadece gerçekten mutlu olduğunda meydana geliyordu. Sadece çok güzel duygular, insanların içindeki sevgiyi tüm çıplaklığı ile görebildiği zamanlarda kanatlarına görülmemiş renkte tüyler ekleniyordu.
Ama o güzel duygu neydi?
O güzel duygu aşk’tı. Sadece aşk.
İnsanların tanımladığının da ötesinde bir duyguydu. Canlı ya da cansız bir varlığa duyulan, karşılıksız bir aşk.
İnsanların birbirlerine yardım etmelerinde, resim yapmalarında, heykelleri oymalarında, bilimi ilerletmelerinde hep aşk vardı. İşlerine, sanatlarına, birbirlerine aşıklardı çünkü.
Ne zaman herhangi bir insan aşkla bir şeyler yapmaya koyulsa göz kamaştırıcı duygular büyüyordu.
Bazı insanlar sadece sevgililerine söylese de aslında tüm kainat aşk üzerine kuruluydu. Karşılıksız, koşulsuz, korkusuz, insana büyük bir kudret, güç ve güven veren bu duyguyu birkaç kelimeye sıkıştırmak anlamsız olurdu.
Asla yapılamayacak olanı yapma gücü veriyordu insana. Hayal edilemeyecek olanı mümkün kılıyordu. Çizilemeyecek olan duvar resmini bin yıllarca duvarlarda kalmasını mümkün kılıyordu. Bilimi geliştiriyor, bilim geliştikçe hastalıklar azalıyor, evrenin sırları çözülüyordu.
Söylenceye göre aşkla yapılamayacak olan hiçbir şey yoktu. Her şeyi mümkün kılıyordu. Bu nedenle Leyla ile Mecnun vardı. Bu nedenle en güzel şiirler sevgililere yazılıyordu.
Rivayete göre Anka Kuşu da bir canlı değildi. Aşk ile dövülmüş duygulardı. Aşk alevi deyimi buradan geliyor. Alevle yanıp kül olur Anka Kuşu. Ama dünya gezegeninde insanların birbirlerine, işlerine, doğaya ve çocuklarına olan sevdaları onu sonsuz uykusundan uyandırır. Acı ve keder onu öldürse de sevgi olduğu süre Anka Kuşu daima küllerinden yeniden doğacaktır. Ve Anka Kuşu, çocuklara, her canlının yavrularına, kadınlara, tanrıçalara ve en çok da Bin Pınarlı İda Dağı’na aşıktır.
Ve Anka Kuşu der ki, ‘Aşıksanız korkmayın. Neye ve kime olduğu önemli değil. Aşk her şeyi yener. İnanırsanız benim gibi ölümü bile yenersiniz. Mecnun’da hala yaşıyor. Michelangelo’da’