Birkaç yüzyıl önce sohbet ettiği Piri Reis’i anımsadı. Kalenin bulunduğu konumu düşününce Piri Reis’in gerçekten de geleceğin ötesini gören gözleri olduğuna inandı.
Çanakkale Boğazı’nda iletişim için kullandığı kulelerin bulunduğu yerlerde artık iletişim kuleleri vardı. Kaleler belirli aralıklarla belli bir yükseklikte kalabilmiş tepelerde inşa edilmişti. Bu sayesinde boğazın ötesine olan bir olay, ince tepelerden, rüzgarları aşıyor, ovalarca koşuyor, dağların, tepelerin üzerinden İstanbul’a varıyordu.
Kulelere deki insanlar birbirlerine bir şekilde haber iletiyordu. Bazen ateşlerle, bazen yanıp sönen ışıklarla, bazen seslerle.
Kendi aralarında çok kimsenin bilmediği bir alfabe geliştirmişlerdi. Anka Kuşu bu alfabenin inceliklerini Piri Reis’le yaptığı sohbetlerle öğreniyordu.
Onca zaman geçmiş, bazı kuleler yok olmaya başlamıştı. Kulelerin yerine kaleler gelmişti. Var olan kaleler gelişmişti. Belki de şuan da oturduğu taş yığını Piri Reis’in yol haritası da yer alan çizgilerden biriydi.
Güzün gidişini izlerken minik bir serçe ilişti yanına. Nasıl bu kadar çabuk yıkıldığını anlattı kalelerin. İletişim için yapılan kalelerin aslında savunma duvarları olduğunu öğrenen Anka Kuşu aslında hiç şaşırmadı.
Aslında biliyordu. Piri Reis’de bildiğini biliyordu. Ama ne zaman savaştan konuşulsa Anka Kuşu bir yolunu bulup oracıktan kaçardı.
Anka Kuşu, taş yığınlarına büyük bir saygıyla baktıktan sonra kanat çırparak oradan uzaklaştı.
Tekrar geri dönmesi 30-40 sene sonraydı. Geri geldiğinde oradaki kalelerin yenilendiğini ama yenilenmesine rağmen eskisine de benzediğini fark etti. İnsanlar sihirli kareler olan fotoğraflardan, taşlardan bir şekilde ilk hallerini hayal etmiş ve kağıtlara çizmişlerdi. Bu çizimler ışığında yenileme, tamir ve hayal ederek yeniden var etme işlemleri gerçekleştiriyorlardı.
Söylenceye göre Anka Kuşu, bu işlenmeler bitene kadar gökyüzünde uçtu.
Rivayete göre, insanların, tanrıça ve tanrıların, unutmamalarını istiyordu. Geçmişi. Bütün bir dünya gezegeninde, tanrı dağlarında, Kaf Dağı’nda, Söylence ülkesinde olan bitenleri unutmamalarını. Geçmişe saygı duyarak geleceğe bakmalarını. Bunun için geçmişi yıkılmış taşlarla birleştirmek gerektiğini düşünürdü. Gökyüzün deki uçuşunda, her yıl bir tane tüyünü yer küreye armağan etti. Her armağan edişinde de içinden haykırdı, “Geçmişin yara izleri geleceğin yoludur”