Anka Kuşu bazen günlerce bir tepenin üzerinde oturur ve günlerin akışını izlerdi. En sevdiği etkinliklerden biri gece ve gündüzün birbirlerini kovalaması ve doğan güneşin, Ay Dede’nin siluetinin renkleri doğurmasıydı. Karanlığa da müteşekkirdi. Karanlık ve aydınlık olmasa hiçbir rengi göremeyecekti.
En sevdiği uğraşlardan bir diğeri de insanların o minicik ellerinden yeni dünyalar yaratmasıydı. Nasıl olmuşsa insanlar bir takım bitkilerden boyayı keşfetmişlerdi.
Bazen yağmur taneciklerine, bazen bir çiçeğin üzerine düşen güneş ışınlarının var ettiği gökkuşağı ve yansımalara benzeyen bu renkler, bu boyalar insanların ellerinden inanılmaz, tanımlanamaz objelere, resimlere, heykellere dönüşüyordu.
Anka Kuşu gün dönümleri ve insanların yeniden dünya yaratmalarını izlerken eğer etrafta başka kuşlar da varsa, keyfine değecek olmazdı. Kuşların eşsiz melodileri eşliğinde günümüzde sanat olarak adlandırdığımız ilk ürünleri Anka Kuşu izlemişti. Sanat eserlerinin ilk ortaya çıkmaya başladığı andan beri Anka Kuşu sanatın izleyicisi ve koruyucusu olmuştu.
Anka Kuşu, o ilk mağaralardaki kök boyalardan yapılan duvar resimlerinden günümüze her eserin ortaya çıkışındaki duygunun aynı olduğunu düşünürdü. Bu bir algı meselesiydi. Bazen yansıma, bazen yalıtma, bazen süsleme, bazen aynaydı. Bazen sis olup soyutlama, bazen kontürle belirginleşme…
Biçimler, düşünce yapısı değişse de daima oradaydı. Yenidünyalar yaratan bu insanlara sanatçı diyeceklerdi.
Anka Kuşu’na en garip gelen sanatlardan biri de resimdi. İnsanların düz bir yüzeyde birkaç rengi karıştırarak binlerce renk elde etmeleri nasıl mümkün olabilirdi? Güneş ışınlarının yağmur damlalarıyla sarılmasından oluşan herkesin göremeyeceği o güzel renkleri nasıl kullanıyorlardı? Bu renklerle nasıl yenidünyalar var edebiliyorlardı?
Yapılan bu düz yüzeylerdeki resimler nasıl oluyordu da insanlarda etki bırakabiliyordu? Bu etki bazen hüzün, bazen umut, bazen karmaşa… Yani nasıl oluyordu da bambaşka duyguları insan bedeninde oluşturabiliyordu?
Anka Kuşu bu duruma alışamamış olmayı da seviyordu. Hep yeni şeyler öğreniyordu. İnsanların saatlerce baktıkları tablolarda ne gördüklerini anlamak için gizli gizli tabloları seyrediyor, bambaşka şeyler keşfediyordu.
Söylenceye göre Anka Kuşu’na göre bu bir sihirdi. Sanat kendi yaşamı gibi varlığın başladığı ve sonsuzluğa erişeceği yolculukta daima oradaydı.
Rivayete göre Anka Kuşu’nun kıymetli ve sihirli tüylerinden birkaç tanesi evrenin ortaya çıktığı ilk zamanlardan beri gezegenlerde dolaşır durur. Anka Kuşu karanlık ve aydınlığın arasında ilk doğduğu zaman, yani ilk tüylerine kavuştuğu zaman birkaç tanesi dökülmüştür. Kuyruğundaki bu ilham tüyleri evrenin mayasına karışmış ve kim dokunursa evreni güzelleştirmeye, evrenden yenidünyalar yaratmaya başlamıştır. Bu yenidünyalar da sanat eserleridir.
İlham Alınan Haber İçin,