“Sözlerimi geri alamam
Yazdığımı yeniden yazamam
Çaldığımı baştan çalamam
Bir daha geri dönemem…. “
Anka Kuşu işte bu mısraları duymuştu, gökyüzünün uçsuz bucaksız deryasında kanat çırparken. Biliyordu bu besteyi. Bulutsuzluk Özlemi’nin en sevdiği şarkısıydı. Aldı bir düşünce Anka Kuşu’nu, aldı da götürdü uzaklara.
Düşünmeye koyuldu.
“…Hiç bi kere hayat bayram olmadı ya da
Her nefes alışımız bayramdı…” sözleriyle irkildi. Gerçekten milyarlarca yıllık ömrüne değmiş miydi? Değmemiş miydi?
Evrenin ve dünyanın her haline tanık olmuştu. Bütün o güzelliklere ve çirkinliklere. Hep seviyordu, mavi gezegen dünyayı.
Bazen çok yıpranıyordu, yitikleşiyordu ama hep seviyordu.
Kuşları, çiçekleri, insanları, insanların fikir ve hislerindeki yeni dünyaları… Her şeyi çok seviyordu. Doğayı, doğanın sırlarını, mistik havasını, gizemlerini seviyordu. Canı da çok yanıyordu ama. Acıdan bazen yüreği kavruluyor, ciğerleri yanmaya başlıyordu. Her büyük acının ardından kül olup, yeniden doğuyordu.
Anka Kuşu’nun masalı aslında bir yanıyla acı doluydu da.
Çok büyük keder doluydu. O iki mısrada gibiydi de. Bayram ya da keder.
Sonra derin düşüncelerinin yönü değişmeye başladı. Bu yön sözlerin, yapılanların tekrar geri döndürülemeyeceği yönündeydi. Dünya hep aynı yöne dönmeye devam ediyordu. Güneş, dünya, ay… Hep aynı yönde hep aynı yörünge de dönüyorlardı. Geçmişteki herhangi bir hatayı durdurmak mümkün değil diye düşünmeye başladı. Sonra insanlara baktı. İnsanlar çok acımasızlardı. İnsanların kendileri dışındaki canlılara zarar verdiklerini gördü. Biraz daha zaman geçince, insanların aslında bitkilere, hayvanlara, insanlara, dünyanın kendisine çok zarar veren canlılar olduğuna karar verdi. Dünyayı yok ediyorlardı. Başka bir çok canlı türüne ihanet ederek, onların yaşama haklarını ellerinden alıyorlardı. Öldürüyorlardı. Kendi kalplerindeki kirliliği dünyaya yayıyorlardı.
Söylenceye göre bir gün Bin Pınarlı İda’yı kontrol etmek için Anka Kuşu Çanakkale’ye geldi. Orada insanların görünmeyen bir bağ ile konuştuklarını fark etti. Biz insanların internet dediğimiz bu bağa bağlanmaya başladı, Anka Kuşu. O insanların sözlerini dinledi. Doğa ve insanın etkileşimi için geçmişte bir şey değiştiremeyeceğinin farkında olan bu insanlar geleceğe ışık tutabileceklerine inanıyorlardı. O zaman Anka Kuşu’da insanlara olan inancını tazelemeye başladı. Çünkü bu insanlar, o çok sevdiği sanatla bunu başaracaklardı. O insanlar 18 Mart Uluslararası Sanat Günleri’ni düzenleyen güzide insanlardı… Geçmişi değiştiremeseler de, gelecek için bir tohumdu bu yaptıkları. Sanatın ve doğanın yaşaması, yaşayabilmesi için…
Rivayete göre, Anka Kuşu, insanlardan en çok çocuklar ve kadınları sever. İnsanlara olan ilgisinin bir nedeni de güzellikleri var eden yeni dünyaları var eden sanatçı ve sanatın koruyucularıdır. Bu sanatçı ve sanat koruyucularının dünyaya başka bir pencereden bakabildiklerini ve o pencerede olması gereken dünyayı görebildiklerini bilir. Doğa ve sanatın muhteşem uyumu da burada gizlidir.