SON DAKİKA
Hava Durumu

ANKA'NIN 7 GÜNÜ / Ölümün kıyısında

Yazının Giriş Tarihi: 26.02.2021 10:50

Gökyüzünün maviliği güneş ışınlarının sarmalamasıyla değişir bin ton bin renk olurdu. Bazen zifiri karaydı. Bu karalık içinde minik noktalar halinde yıldızlar bazen de kümeler halinde gezegen ve yıldız grupları parıldardı. Lacivertten maviye dönerken en belirgin renk Luna’nın beyazlığı olurdu.

Gökyüzü beyazlık ve mavilik arasında gider gelirdi. Bir aralık güneş doğar, yer yüzünün bir kısmını renklendirirdi. Bu renklendirme, mavi kürenin yaşayan bir gezegen olduğunu yıldızlara anlatırdı. Gün doğmasına rağmen bazen Venüs kendini göstermeye devam ederdi.

Renklerin hakimiyeti gökyüzünün tekrar zifiri karanlığa ulaşmasına yaklaştıkça azalır ve farklılaşırdı. Yerküre renkleri üzerine sepya hakim olurdu. Renkler turuncu ve şafak rengine boyanırdı.

Gökyüzü, güneşin o toprakları terk etmesi ve başka topraklara sarılması sırasında iyice turunculaşır, kızıllaşırdı. Bu kızıllık insanlar tarih boyunca insanların izlemeyen en sevdiği manzaralardan biriydi.

Eşsizdi.

Uğruna şiirler yazıla, kederin ve neşenin bu manzarayla taçlandığı günün o anları bambaşkaydı. Zifiri karanlığın habercisiydi. Ama karanlığın da anlamı olduğunu da haykırıyordu.

Bu döngüdeki tüm renkler, bu döngünün yaşandığı tüm o topraklar ve anların mistik sezgisi Anka Kuşunun kanatlarındaki tüylerde gizliydi. Anka Kuşunun tüyleri bütün renklerden ve duyguların karışımından meydana geliyordu.

Bazen tüyleri kekremsi bir renge bürünürdü. Hemen anlardı.

Zamansız bir şeyler olduğunu…

Ne olduğunu çoğu zaman kavrayamazdı. Mavi gezegen her zamanki gibi yörüngesindeydi. Gezegen ve yıldızların yerleri belliydi. Yer küre de biraz kaos vardı. Ama bu kaos olmasa zaten mavi gezegenin adı dünya olmazdı.

İnsanlar yaşar, yaşlanır, sever, büyür, çocuklaşır, oyun oynar, şarkı söyler, işlerine gider, üretir, çok daha fazla tüketir, savaşır, kavga eder, umut eder, öldürür, yeniden var eder…

Ama neden tüylerinden bazılarının bazen önce zifiri karanlığa döndüğünü anlamazdı. Bu tüyler önce koyulaşır, ardından kızıla bürünür ve en son olarak solardı.

Solan tüyü bazen düşürdüğünü bile fark etmezdi. Rüzgara karşı kanatlarını çırptığında tüy kendisinden kopar, biraz süzülüp, rüzgarın da etkisiyle yeryüzünde bir yerlere ulaşırdı.

Söylenceye göre o tüyün ulaştığı yer, bir mezar olurdu. Bir mezarda süzülerek, kimseye fark etmeksizin girerdi… Bir şairin, kimsesiz bir müzisyenin, ressamın, bir heykeltıraşın, dansçının, bir oyuncunun ya da tiyatrocunun…

Rivayete göre bunun büyük bir nedeni vardır. O tüy zamansızlığın sembolüdür. Anka Kuşu ne zaman tüm vücudunu alevler içinde hissetse küllerinden yeniden doğar. Dayanamaz aslında dünyaların acısına. Her 500 yılda bir biriktirdiği kederle yanar, tutuşur. Ve küllerinden yeniden doğar. Eğer bu yaşam süresi boyunca tüyleri düşerse, bilir ki bir gönlü güzel yaşamını yitirmiştir. O kararan kızıla dönen tek tüy de toprak ananın bağrında, o mezarda ömrün son aleviyle yanar. O tüyün yeniden doğması ise sanatçının eserlerinde meydana gelir. Sanatçı eserleriyle birlikte yaşamaya devam eder…

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.