Kalbur saman içine karışmış, hamamcının tası samanların içine karışmış iken, samanların içinde koyunların yünü rüzgarla dört bir yana karışmış iken Anka Kuşu, Kaf Dağı’nın ardındaki ülkeden Orta Asya’ya uçar.
Orta Asya’nın içindeki o güzelim dağların arasında rüzgarın yön verdiği yünlerle uçuşur. Yünlerle beraber havada dans etmeye başlayan Anka Kuşu’nun keyfine diyecek yoktur. Günlerce gökyüzünde yaptığı dansı tüm kuşlara örnek olur kuşların tamamı gökyüzünde dans etmeye başlarlar.
Ardından yünlere benzeyen beyaz iplikler gökyüzüne karışır. Ama bu ipler Anka Kuşu’nu meraklandırmaya başlar. Nasıl bir kırmızıdır ki kanatlarına bu kadar benzer? Nasıl bir sarıdır ki, kendi altın sarısı tüylerine benzer?
Doğruca rüzgarın tersine uçmaya başlayan Anka Kuşu, bir çadırın etrafında kadınları görür. Kadınlar büyük kazanlarda ağaçların köklerini, çiçekleri ve baharatları kaynatmaktadırlar. Kaynattıkları suların içine iplikleri koymaktadırlar. O anda anlar ki ipin rengini kadınların ellerindeki maharet ve kök boyalar vermektedir. Kadınların elleri bu kadar hünerli olması sayesinde o kadar güzel kırmızı elde ettiklerini anlar.
Biraz baharatlar, papatyalar, ceviz kabukları arasında dolaşırken bitkileri kaynatarak elde edilen su üzerine dökülür. Tüylerinin rengi değişir. Çok şaşkındır. Binlerce kez yeniden doğan Anka Kuşu’nun tüylerinde değişim çok görülmez. Olan değişimlerde de hep kadınların parmağı vardır.
Şaşkın ama mutlu şekilde toprak üzerinde tekrar dans etmeye başlayan Anka Kuşu tozu dumana katar. Göz gözü görmez. Kadınlar kaynattıkları suların içine toz karışınca sinirlenir ve Anka Kuşu’na kızarlar. Anka, kadınların yanından çok da uzaklaşmadan gezinmeye başlar. Kel koyunları fark edip yanlarına gider. O zaman anlar, iplerin bu koyunlardan yapıldığını. Yavaş yavaş kadınların aslında bir sır paylaştığını kavrayan Anka Kuşu, iplerin yapıldığı yere gider. Kadınlar üç ayrı sepete ip koymaktadır. Atkı, argaç ve çözgü.
Anka Kuşu bu sepetleri taşıyan kadınları izler. Orada bu iplerin hepsinin belirli bir metotla birbirlerinin içinden geçirildiğini izler. Bazı ipleri bir tahtaya germişlerdir. Bazı ipler az evvel tüylerini de boyayan suların içine konulmuş ve renk kazanmış şekilde diğer iplerin içinden geçirilmiştir.
Şaşkın ve bir o kadar da heyecanlı Anka Kuşu, aslında halı dokumayı öğrendiğini kadınlar ayağa kalkana kadar fark edemez. İplerin birbirleri arasından geçişleriyle öylesine güzel desen ve motifler çıkmıştır ki…
Anka Kuşu, yüzyıllar sonra bile anılacak olan; Beratlı, Altın Tabak, Elekli, Turnalı, Okulu, Kozaklı, Nar Budak, Yıldızlı, Türkmen Gülü’nün ilk yapılışlarını izler. Nedenlerini anlamaya çalışır. Turna kuşlarının nasıl dokumaya can verdiğini, yıldızların nasıl halıları kutsadığını, Türkmen Gülü’nün nasıl önemli olduğunu…
Rivayete göre, Anka Kuşu bir taş atıp, kadınlara bir bitkiyi işaret etmiş. İşaret ettiği bitki sayesinde kadınlar doğanın renklerini iplere daha çok geçirmeye başlamışlar. Anka Kuşu küllerinden yeniden doğacağı zamana kadar tüylerine dökülen boyayı taşımış. Deniz diyarında da gezse, gökyüzünde günlerce uçsa da boya hiç solmamış. Kadınların maharetli ellerinden çıkan boya yüzyıllar boyunca kalmış.
Söylenceye göre Anka Kuşu bir sonraki yaşamında Çanakkale semalarında gezerken Orta Asya’da gördüğü bir motifi halının üzerinde görmüş. Ayvacık Köylerinde gördüğü halı onu gülümsetmiş. Eski yaşamına ait anıları görmeyi hep çok severmiş. Anka Kuşu, bu halıları koruyan insanlara onlara şans getirsin diye tüylerinden birkaç taneyi bırakmayı da ihmal etmemiş.
Anka Kuşu’nun tüylerinin şansı bitmeden sizlerde Ayvacık Artsos’a gidip, konuşan motif ve desenleri görebilirsiniz.
İlham alınan haber,