Anka Kuşu’nun gözdesi bu yeşil gezegenler arasında dünyaydı.
Samanyolu galaksisinde güneşin gözdesi dünyada her şey çok heyecanlıydı. Coşkunun hakimiyeti o kadar büyüktü ki… Acı, keder, neşe, yaşam, ölüm, aşk…
Gezegenin canlıları bütün bunları dolu dolu yaşardı. Özellikle insanlar. Bu yaşanmışlıkları anlatma farklı diller ve şekillerle ortaya çıkarma diye bir durumları da vardı. Dünya gezegenindeki insanların sözlerle anlatılan bir dili vardı. Sözler ilk iletişimi sağlardı. Bir de sanatla başka bir dil geliştirmişlerdi. Bu dilin özelliği de, işin içine estetiği, modayı, kavramsallığı katmasıydı.
Sanatlardan biri ise bazen sanatı bile anlatırdı. Yeni çağ sanatıydı. Anka Kuşunun gözünde dünya gezegeninin başka bir yerde olmasının nedeni de buydu. Daima gelişim içindeydi. Heyecanlıydı. Milyonlarca yılın sonundaki birikimiyle insanlar yeni sanatlar ortaya çıkarmışlardı. Teknolojiğinin kara kutuları görüntüleri çekmeye başlamıştı. Bu sayede sanatın sanatı icra edilebiliyordu. Tiyatrolar fotokopi görüntüyle birleştiğinde beyaz perde denilen sinemalar ve diziler ortaya çıkmıştı.
Acıyı, kederi, yaşamı, ölümü, arka sokakları, komiklikleri, yasa dışı olan olayları, cinayetleri, güldürüleri, ayrıntıları, sanatı, romanları, şiirleri, durumları, olayları, gerilimleri, fantazyayı, hayal dünyasını, gerçekliği, dramayı, tutkuyu, kini ve öfkeyi …
Her şeyi yansıtan çekimler yapılıyordu. Anka Kuşu ilk bu keşfi gördüğünde oldukça şaşırmıştı. İnsanlar bir şekilde görüntüleri taklit ediyor ve bunu kopyalayarak insanlara ulaştırıyorlardı. Bunun gizemi de bambaşkaydı.
Sinema ilk başlarda siyah-beyazdı. Yaşamın renklerinden arındırılmış gibi düşünmeyin ama. Tüm renkleri sadece iki renkli görüntü ve müzikle aktarabiliyorlardı.
Siyah beyaz filmler, sessiz filmler, renkli filmler, film türleri, teknolojinin kullanılması, kullanılmaması, ve sinemanın gelişimi.
Anka Kuşu da bizim gibi en azından benim kuşağım gibi kovboy filmlerine bayılırdı. Her hafya başka karakterler ve farklı ekiplerle de olsa, Anadolu’da bir evin penceresinden Pazar günleri bu filmleri izlerdi.
Söylenceye göre Anka Kuşu, o ilk çekilen film setlerinden başlayarak dijital sanatın ilk sahnelerine adım atmış. Hatta onu çeken fantastik film ve dizilere de hayran kalmış. Biraz da sevinmiş. Anı olarak kimse hatırlamasa da mitini bilmeleri, onun hikayesini bazen hatalı olsa da aktarmalarını…
Rivayete göre de Anka Kuşu, bu sanatın oyuncularını, senaristlerini, kameramanlarını, prodüktörlerini, makyaj sanatçılarını, kostümcülerini, her şeyini… Her şeyini kutsarmış. Dünya gezegeninde son birkaç on yıldır sıfırdan ortaya çıkarttıkları bu yeni sanat için kutsarmış. Dünya gezegenine yeniden heyecan kattıkları ve katmaya devam ettikleri için. Hayal dünyası ve gerçekliği birleştirdikleri için. Aktarımda yeni bir dil yeni bir lisan ortaya koydukları için. O nedenledir ki her kamera da bir şans tüyü olduğu söylenir.