O kadar derinlerdeydi ki gezegenden kimseciklerin sesi bile gitmiyordu. Sorsalar bu derin mağara da yaşam kendini bulamaz, ne varlık olur ne de bir çiçek biterdi.
O kadar karanlıktı ki, karanlık bile karanlıktan korkardı. Gece bile karanlıktan korkardı.
O karanlığın içine bir Anka Kuşu dünyaya geldi. Tüm dünya gezegeninde, evrende, yerlerin altında, göklerin üzerinde sadece bir tek, biricik ve tanecik olan Anka Kuşu yalnızlığın içinde bir kez daha dünyaya geldi.
Bu yaşamında nelerin onu beklediğinde merakla bekleyen Anka Kuşu küllerini şöyle bir savurdu. Her yeniden doğduğunda eski yaşamındaki kötülükleri üzerinden silkmek için kanatlarını yavaşça açardı. Kanatları henüz yeni doğan kanatları olduğu için çok güçlü olmazlardı.
Merakla yürümeye başladı. Onun için bile çok soğuk olan bu mağaranın girişine doğru yürümeye başladı. Öylesine derindi ki mağara henüz yeni doğduğu için yol gözünde büyüyüp duruyordu.
Biraz daha ilerledikten sonra Anka Kuşu, mağaranın duvarlarında yazılar olduğunu gördü. İyice heyecanlandı. Yürümeye devam etti. Kanatları da biraz daha güç kazanmıştı.
Biraz uçtu. Biraz yürüdü.
Biraz daha uçtu. Biraz daha yürüdü.
Işığı gördü. Orada bir adam ellerinde bir takım bitkilerle bir şeyler karalıyordu. Bitkilerin hepsi birbirinden farklı, her zaman göremediği bitkilerdi. Bin pınarlı İda’nın bağırında olduğunu bitkileri görünce hemen hatırladı. Kaz Dağları’nda oyun oynamaktan yorulmuş ve mağaranın içinde küllerinden yeniden doğmayı beklemişti.
Hafızası canlandıktan sonra adama iyice ilişmeye başladı. O adam Sintenis’ti. Birkaç kez başka toprak parçalarında denk gelmişti.
Sintenis, kendisi gibi bir gezgindi. Her yerde dolaşır, gözüne biricik gelen çiçekleri toplardı. Bu çiçekleri sonsuzluğa taşımak için özel kağıtlar içinde kurutur, saklardı.
Sakladığı çiçekleri, kendi gibi çiçek seven başka arkadaşlarıyla paylaşırdı. Anka Kuşu onu gördüğüne sevindi. Ne zaman kendisi gibi bir gezgin görse hemen onunla sohbet etmeye başlar, ondan bir şeyler öğrenmeye çalışırdı.
Bin Pınarlı İda Dağı ona iyi gelsede Sintenis’in kafasını karıştırmamak için çok durmadı ve farklı toprak parçalarında gezmeye başladı.
Yolu tekrar İda’ya yıllar yıllar sonra düştü. Sintenis, çoktan oradan ayrılmış, toprakla bütünleşmişti.
Ama o son yaşamında yeniden doğduğu mağara hala oradaydı. Başında başka insanlar vardı. İnsanlar mağaranın girişinde, mağaranın derinliklerinde neler olabileceği hakkında konuşuyorlardı.
Rivayete göre Anka Kuşu bu mağaranın derinliklerinde insanların bulabilmesi için tüylerini ve küllerini bırakmış.
Söylence de bu ya, insanlar dünya gezegeninde başka bir yerde bulamayacakları kadar güzel bitkileri görmek için İda Dağları’na giderlermiş. İda Dağları’nın o güzel bitkilerinin korunması Anka Kuşu için çok önemli olduğundan, her yüz yılda bir gelip çiçeklerini kontrol edermiş.
İlham alınan haber için,