Gittikleri yerler ya sulak topraklar ya daha sıcak yerler ya da avlanma yapabilecekleri alanlar oluyordu. Koca bir topluluğun karnını doyurmak hiç kolay değildi. Tüm bir toplum üçgen çadırlarda kalıyor, şamanlar ellerindeki davullara vurarak en büyük bilgelik ağıtlarını ateşin çevresinde söylüyorlardı.
Anka Kuşu bu eşsiz pagan şarkılarına kulak kabartıp insanların ellerindekileri, kaldıkları çadırları, kilimlerini, kıyafetlerini, atlara olan bağlılık ve sevgilerini izledi durdu.
Zaman zamanı itekledi. Saatler ortaya çıktı. Günleri kovaladı. Günler yüzyılların peşi sıra koştu durdu.
*
Anka Kuşu bu sefer başka bir yerdeydi. Horasan diye bilinen topraklarda, o çok eski tarihte gördüğü insanlara benzeyen insanlarla karşılaştı. O insanların çocuklarının çocuklarıydı. Belki de onların da torunları. Buradaki insanlar biraz daha değişikti. Kum saatinin tanecikleri arasında insanlar yoğurulmuş, pişmişti.
O tanıştığı insanlar toprak ananın bağrında, toprak anayla birleşmişti. Geri kalan duygular ve sözler, kilimlerde, kıyafetlerde, atların eyerlerinde, çadırların süslerinde kalmışlardı.
Anka Kuşu bu gördüğü manzara konusunda şaşkındı. Aradan insan kendisi için bir kum tanesi insanlar için yıldızlar kadar zaman geçmişti.
İnsanların daima kültürlerine sahip çıktıklarını, zamanın sahnelerinde daima izler olduğunu bilirdi. Her izi herkes göremezdi. İzler bazen o kadar narin pamuk ipliği ile dokunmuş olurdu ki tanrıçalar ve tanrılar bile göremezdi.
Ama aradan o kadar uzun zaman geçmesine rağmen nasıl oluyordu da bu kadar belirgin kalabilmişti. Bu netliğin, kültürün kıyafetlerde, halılarda olmasının bir anlamı olmalıydı. Bu oldukça büyük bir sırdı.
Bu sırrı çözmeliyim diye düşünmeye başladı. Çözemedi. İnsanların peşinden uçtu durdu. Onarla birlikte vakit geçirdiği için çözmesinin daha güç olacağına kanaat getirdi.
**
Aradan bir o kadar daha vakit geçmişti. Bu vakit o denli uzundu ki. Sadece bozkır insanları değil, diğer toplumların da kültürel izleri bu kadar belirgin değildir diye düşünmeye başlamıştı bile.
Söylenceye göre, Anka Kuşu, günümüzde o ilk bozkırda gördüğü insanların torunlarının torunlarının çocuklarıyla tekrar Çanakkale’de karşılaştı. Bütün bir bozkır kültürü Çanakkale’de hala aynı şekilde yaşıyordu. Anladı ki hala aynı işleri yapıyor olmanın, diğer toplumlardan ziyade hep birbirleriyle görüşüyor olmanın bir nedeniydi bu. Ama içinde başka sırlar da olmalıydı.
Rivayete göre, Türkmenlerin ilk doğumlarında giydikleri kıyafetlerine tüylerini bıraktığı gibi, toprak ananın bağrına hazırlanan yatakta gözlerini yumuncaya dek her dokuma üründe tüyleri kendisini hissettirir. Bin yıllardır süregelen geleneğin korunması, yaşatılması için Anka Kuşu daima Türkmenlerin ve diğer insanların yanındadır. Çünkü Anka Kuşu kültürün var olan ve hala dönmeye devam eden dünya gezegeninin kadim bir parçası olduğuna inanır.