Artık zaman bile eskimişti. Köhneleşmiş ve kullanılamaz hale gelmişti. Geçmişin tüm izleri körelmişti…
Anka Kuşu işte tam böyle düşünüyordu. Tüm anılarını kırık, çürümüş bir çöp kovasına atmış gibi hissediyordu. Her şey eskimez miydi? Her şey eskirdi. Her şey yok olurdu. Her ne kadar kendisi küllerinden yeniden doğsa da… Her doğumunda yeni bedeninde ruhu canlansa da… Anka Kuşu bile eskimişti.
Zamana dair düşünceleri böylesine karanlıkken bir çocuğa rastladı. Çocuk sahile vuran ağaç dallarını topluyordu. Özenle, kırmamaya, incitmemeye çalışarak… Ağacın bile vazgeçtiği dalları neden bu kadar özenle topladığını anlayamadı.
Takibe koyuldu.
Çocuk kendi yaptığı tekerlekli arabasına yerleştirdiği ağaç dalları ile birlikte yola koyuldu. Tekerleklerin renkleri farklı, arabanının sepeti yamalıydı. ‘Çöp’lerin yanından geçti. Çamura bulanmış bir eski kumaşı da arabasına koydu. Biraz daha ilerledi. Marketlerin yanında ki karton kutuları da özenle katlayarak heybesine koydu.
Anka Kuşu merakla takip etmeye devam etti.
Çocuk, parklarda, bahçelerde dolaşıyor, yerde olan çöpleri topluyordu. Kırık bir tarak, kumaşlar, lastikler ve şişeler, kopmuş çamaşır iplikleri, kırık bardaklar, dibinde boya kalmış boyalar, üzerinde boya kurumuş fırçalar… Bir dolu şey…
Anka Kuşu’nun merakı, çocuk eve vardığı sırada azalmaya başlamıştı. Zaten ne olabilirdi ki... Zaman bile eskimişti. Kullanılmaz haldeydi…
Çocuk, bütün eşyaları arka bahçeye götürdü. Boya kalıntılarıyla dolu fırçayı tarla korkuluğuna ekledi. Ama Tarla korkuluğu daha çok komikti. Renkli kıyafetler giymişti.
Dallara ipler geçirdi. Elinde ki var olan boncuklarla rüzgar çıngırakları yapıp kapıya astı. Kartonları kat kat birleştirerek minik kulübeler yaptı. Kedi kulübesi… Lastik ve şişeler gibi toprak ananın bağrına konamayacak maddelerden yapılan eşyaları ise kenara koydu.
O sırada Anka Kuşu’nu fark etti. İçerden bir fincan sıcak kahve getirdi ki… Zamanın bile eskidiğini düşünen Anka Kuşu’nun fikri değişebilsin… Değişti de…
Anka Kuşu anladı ki bu çocuk, günlerini okulda geçiriyordu. Ödevlerini yapıyor, ailesi ile vakit geriyordu. Hafta sonraları da bulduğu atıl gibi gözüken eşyalarla mucizeler yaratıyordu. Bazı eşyaları ne yapacağını tam kestiremediği için kenara ayırıyor ama mutla kullanıyordu.
Söylenceye göre Anka Kuşu o çocukla karşılaştıktan sonra zamanın değerini anlamıştı. Anıların hiçbiri eskiyip kenara atılamazdı. Herkesin umudunu kestiği plastikleri eritip tablolar, heykeller yapan çocuktan öğrenmişti.
Rivayete göre, Anka Kuşu çocuğa evrenin her yerinden bulduğu eşyaları getirmeye başlamış ve onun ruhunun inceliklerini iliklerine kadar hissetmişti. Çocuğun, atıksız bir dünya hayali ile çöp düşüncesi ile attığı her bir parçayı nasıl değerlendirdiğini, işin aslı o parçaların asıl değerlerini nasıl verdiğini görmüştü. Zamanın aslında hep yeni olduğunu kavrayan Anka Kuşu, insanların da bu zamanı eskitmemek için çalışmaları gerektiğini, dünya gezegenini daha fazla üzmeden yaşamaları gerektiğini anlamıştı. Yeni bir dünya ve daha yaşanılabilir bir dünya için…
Her şeyden bir parça.