“İncecik dal idi. Çetin rüzgarlar bile yıkamazdı. Kırmızı bir içek idi. Kara geceler bile solduramazdı.
Kırmızı bir gelincik idi. Kapılarını açan diyarlar onu davet eder durur idi.
Zaman geçer ama zaman onda durur idi”
Anka Kuşu işte böyle düşünüyordu. Troya’nın toprakları üzerinde olan gonca hakkında. Gelincik şanı da şöhreti de kıtaları aşıyor, denizlerin köpükleri arasında son sürat gidiyordu.
Koca dünya, onu öğrenmişti. Sebepti aslında. Troya’nın sebebi. Troya önünde açan bir kırmızı gelincik.
Gelincikler aslında mistik bir enerji ile korunur. Fırtınalar, kasırgalar onu yıkamaz. Hiçbir kıyamet, onun yapraklarını sürükleyemez. Rengini soldurmaz. Ona destanlar güç verir. Bulunduğu topraklardaki destanlar. Troya destanının güç verdiği gibi. Paris ve Helen’in aşkının rengi bir taze gelincik…
Sadece sevmeyi bilmeyenler ona dokunduğu zaman yapraklarını döker. İnsanlar kendi istekleri için ona dokunduğunda, gelinciğin yaprakları dökülür. Çünkü insanlar çiçeğin içindeki güzellik yerine dış görünüşünü önemser.
Destanın mistik enerjisi ile dolu olan gelinciklerden biri de Troya Müzesi önünde durur. Bazı insanlar ona bir küp olarak bakmaktadır. Ama içindeki güzelliği ve gizemi bilmemektedirler. Küp gibi bir müze, içinde alevin ve suyun çatıştığı; geçmişi ve geleceği içinde barındıran bir müze. Her bir katı bir tahlil, her bir seksiyonu bir yaprak misali.
İçindeki gizemleri anlayan insanlar da bir hayli fazladır. Hem gelinciklerin mistik duygularını hem de Troya Müzesi’nin kadim geçmişini…
Bu nedenledir ki 2020 Avrupa Yılın Müzesi Özel Ödülü’nün sahibidir. Nice ödüllere Troya, nice gelinciklere…