İsterseniz, önce hikayeyi bir kez daha okuyalım…
Şiddetli bir kış döneminde bir dağ kurdu aç kalır, yaşamak ve ayakta durmak için köye iner. Köy halkının kar içinde yiyecek arayan kazlarını görür, bir iki tanesini parçalar karnını doyurur dağa çıkar. Köylü kurttan korunmak için köpek beslemeye başlar.
Kurt bir hafta sonra tekrar köye iner, sabahın alaca karanlığında köyün fırıncısının kapısını açık görür, içeri girer ekmekleri yer karnını doyurur tekrar dağa çıkar. Fırıncı kurttan korunmak için köpek beslemeye başlar.
Kurt on beş gün sonra köye iner. Koyun kıdıklarının taze olduğunu anlar, takip eder, koyunların dışarıda olduğunu görür, yediğini yer yemediğini parçalar, tekrar dağa çıkar. Köyün Çobanı kurttan korunmak için köpek beslemeye başlar.
Kurt yaşama şansını artırmak için gene köye iner kurdun kokusunu alan köyün bütün köpekleri peşine düşer, kurt başlar kaçmaya. Geri döner bakar ki kaz sahibi köylünün köpeği en önde koşuyor. Kazlarını yedim haklıdır, yakalarsa beni parçalar diye düşünür daha hızlı kaçmaya başlar.
Bir ara döner bakar ki, kendisine en yakın fırıncının iti var. Ekmeğini almıştım, haklıdır, yakalarsa beni parçalar diye düşünür daha hızlı kaçmaya başlar. Bir ara döner bakar çobanın iti en önde koşuyor. Koyununu parçalamıştım, haklıdır, yakalarsa beni parçalar diye düşünür daha hızlı kaçmaya başlar.
Döner bakar bütün itler yorulmuş, teker, teker dökülmüş, kovalamaktan vazgeçmişler... Ama O da ne. Demircinin iti kendisine o kadar yaklaşmış ki; bir türlü peşini bırakmıyor. Diğer itler geri döndüğünden demircinin itini tek başıma nasılsa haklarım diye düşünür ama seslenmeden de edemez:
- Ulan it oğlu it! Beni kovalayan itlerin bazıları haklı. Kazlarını, ekmeklerini, koyunlarını yedim. Buna rağmen hepsi peşimi bıraktı. Senin sahibin olan demircinin ne ekmeğini, ne kazını, ne kuzusunu yedim... Sana ne oluyor da bütün itlerden daha hırslı bir şekilde peşimden koşup saldırıyorsun? Demiş ve bir atlayışta it oğlu it'i parçalamış...
Bu hikayeyi birilerini hedef almak için yazmadım. Ancak, siyasetteki uslüp gerçekten nezaketten uzak, zeka ürünü espri ve ironiden ıraktır. Fikri zeminde eleştiri ve tartışma kültürü yerine, küfür, hakaret ve itibarsızlaştırma cümleleri kuruluyor.
Türkiye'nin gündeminde, İYİ Parti'den ihraç edilen Ümit Özdağ ile partisinin yönetim kademesindeki insanların konuşmaları medyanın manşetinde. Ülkücü kabadayı Alaattin Çakıcı ile CHP'lilerin söz düellosu artarak büyüyor. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na Çakıcının sosyal medyada hakaret ettiği iddiasıyla, yeni cevaplar veriliyor. Bu tartışmanın içerisine MHP lideri Bahçeli ile Parti'nin yönetim kademeside katıldı.
Sosyal Medyada hem Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem de MHP Lideri Devlet Bahçeliye yüzlerce hakaret yapılırken, gönül isterdi ki aynı isimler itiraz etsin. Etmedi. Avrupa Ülkelerinde afişler asıldı, hakaretler yapıldı, sözkonusu siyasetçilerden bir ses çıkmadı nedense...
Bunları söylerken, ortadaki polemik ve hoş olmayan içerikteki tartışmayı asla tasvip etmiyorum. Burada söylemek istediğim, biraz empati, biraz siyasi nezaket, biraz iğneyi kendine batırma refleksi. Bu ülkeyi yangın yerine çeviren terör örgütünün siyasal uzantısının elemanlarına gösterilen saygıyı, vatansever Türk Milliyetçilerinden neden esirgenir?
Bir de olayın merkezindeki insanlar adına kalem üşürenler, muhataplara sağduyu öneremezler miydi? Kışkırtan, tahrik eden, vur baba vur diyen sözler, hiçbir siyasetçiye yakışmaz. Biraz sakin, sağduyu, nezaket lütfen...