Her şey gelir geçer. Arkana dönüp baktığında, eğer “hoş bir sada” var ise bu iyilik hanende yıldız olur. Yanlışların doğruların, günahların sevapların, vefaların vefasızlıkların, dostlukların düşmanlıkların… Bütün bu zıt kutuplu kavramların karşılığında, kantarın ibresinin hangi yöne doğru ağır bastığı, senin hayatta “ne kadar” olduğunu gösterir.
Utanmak, ahlaki ve fıtratın genlerinde olan bir duygudur. Bunu yitirenler, aynı zamanda edebi de, sevgi ve saygıyı da kaybetmiş demektir. Ve bu duygu, tamamen insanın insanla ilişkisiyle ilgilidir. Hani derler ya, “Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz” diye. İnsan olmanın sıfır sınır noktasıdır, utanmayı yitirmek. Bu noktadan sonra, sözün bittiği yerdedirsiniz, artık.
Oysa, asıl olan sözün başladığı yerde her daim yeni sözlerle varlığını sürdürmek gerek. Sürekli düne uyananlar, Mevlana’nın dediği gibi “Yeni şeyler söylemekten” uzaktır. Yeni şeyler söylemek değişimdir, evrimdir, yenilenmektir, hayata dair toplumsal faydaya yönelik yeni hedefler belirlemektir. Bunu yapamayanların patinaj gıcırtıları hiç eksik olmaz. Hemen her şeyi ıskalarlar.
Türkiye’nin önemli aydın/gazetecilerinden merhum Uğur Mumcu’nun “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar” diye eleştirdiği güruhta, işte bunlardır. Kimi, kaşanelerde yaşar, ne ülkesinden, ne ülkesinin insanından bir haberi yoktur. Hayata dair, sosyal realiteye dair hiçbir fikri yoktur ama, haddini de aşacak şekilde kendini her şeye layık görür. Bu hastalıklı bir düşüncedir. Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifetnamesinde, “Erdemin ilk şartı haddini bilmektir” diyor.
An gelir, kadim dostlukların arasına çıkar girer, makam girer, hırs girer, öfke girer, haset girer. An gelir, büyük bir çabayla kurulan dostluk hukuku süfli emeller uğruna heba edilir. İşte tamda burada devreye girer, sahici bir dostluk olup/olmadığı ortaya konulacak tavırla anlaşılır. Vazgeçmek, hatadan dönmek, yanlışı terketmek gibi peşpeşelenecek tavırlar, dostluğun da en temel ölçüsüdür.
An gelir, iki arada bir derede kalırsın. Bir yanda, son derece pervasız, gözünü makam bürümüş ve bunun uğruna her şeyi yakmayı-yıkmayı göze almış kadim dostların vardır, öte yanda da vicdanın, aklın, vefanın, gerçeğin daveti vardır. Bir yanda, “Derenin taşıyla derenin kuşunu avlamak isteyenler”, öbür yanda da, “Gök girsin kızıl çıksın” diye yeminler ettiğin yoldaşın vardır.
Tokatlı şair Cahit Külebi’nin ölümsüz şiirlerinden birisinin son dörtlüğü şöyledir:
Ağladığım senin içindir
Güldüğüm senin için
Öpüp başıma koyduğum
Ekmek gibisin.
An gelir, dostların düşman olur. Bir hiç uğruna. Yalanlar, insanı utandıracak kadar rahat konuşulur. Kazanmak uğruna, ne kadar güzel vasıflar varsa hepsi bir bir tüketilir. O zaman, Pir Sultan olursun, “Dönen dönsün, ben yolumdan dönmezem” dersin. Orada-burada ortaoyunu kıvamında bir trajik teatral sahneye konulur. Sufleler verilir ötelerin ötesinden. Çünkü, akıl artık kiradadır. Birisi çıkar, kendi satılmış ruhundan dolayı, herkesi kendi gibi bilmesinden kaynaklanan pespayelikle iftira atar. Oysa, herkeste bilir ki, bir pazar kurulmuştur, bu müptezelin de arka cebine akçe sıkıştırılmıştır.
Türkiye’nin en önemli şair ve yazarlarından Atilla İlhan’ın “An gelir” şiirini okuduğunuzda, yeni bir dünyaya uyanırsınız. Bu şiirin bestelenmiş şarkısını tüm zamanların en önde protest özgün müzik sanatçısı Ahmet Kaya’dan dinlediğinizde, bugüne kadar yaşadığınız zamanlar bir film şeridi gibi gözünüzden akar gider. Keşkelerin vardır, pişmanlıkların… Ama zaman geri gelmez.
Sisler arasından belirir, geçmişin. İyi ya da kötü. Kötülerle ilgili eğer, kendine çeki düzen vermediysen, bir başka deyişle yıllar yılı hala kendini tekrarlıyorsan, bilesin ki, an gelir ölürsün ve yüklerle gidersin. Ahirete ister inan istersen inanma, Allah’a ister inan istersen inanma, burada yanlışların ve doğrularının bir sağlaması yapılıp, ödül ve ceza terazisi kurulacaksa, hayatımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Nasıl yaşadığımızı bir kez daha değerlendirmeliyiz.
An gelir, yaman bir tercih ve kararın kıskacında kalırsın. Bir yanda duyguların vardır, öte yanda vicdanın. Ya yalancı şahitliği ve aklının önüne geçen hırsını seçersin, ya da vicdanın, onurun, ve vefanın ezici gücüne boyun eğersin.
An gelir, utanmaktan utanırsın. Bu öyle bir andır ki, bütün kadim dostlukları bitirir, arkadaşlıkları siler götürür, iyi insan olmaya dair her ne varsa hepsini birden yakar.
Ve işte, sizleri büyük şair Atilla İlhan’ın “An gelir” şiiriyle baş başa bırakıyorum. Bu dizelerin söylediğini söylemeye gücüm yok.
an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür
an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür
son umut kırılmıştır
kaf dağı'nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatli bir bombadır patlar
an gelir
Attila ölür