Herkes “Kral Çıplak” esprisini bilir. Ama bugün çıplaklık aşikâr olmasına rağmen, kimse bunu haykırmıyor. Tam tersine, bu çıplaklığı moda adı altında teşhircilikle örtmeye çalışıyor—emzirme, boşaltım ve yürüme organları ironik bir şekilde şatafatlı bir gösteriye dönüşüyor. Bunun adı da çıplaklık yerine çağdaşlık veya teşhircilik oluyor. Böylece hakikat, yalnızca göz ardı edilen bir gerçeklik olmaktan çıkıyor; kontrol edilen, yönlendirilen ve bir propaganda aracı olarak sunulan bir sahne dekoru hâline geliyor.
Bir çocuğun cesurca gerçeği haykırmasıyla ortaya çıkan Kral Çıplak sözü, tarih boyunca egemen ve yönetici sınıfın kör noktalarına işaret eden bir metafor olarak kullanıldı. Bugün ülkemizde de iktidar ve muhalefetiyle pehlivan tefrikasına dönen “Bal tutan parmağını yalar.” Sınırından “Arı kovanın yağmasına dönen ve sen çok yedik bana vermedin hesaplaşması ile bir yolsuzluk, rüşvet ve siyasi hesaplaşma sahnesinde “Kral Çıplak” benzeri olaylar dizisi yaşanıyor. Ancak bu kez, gerçeklerin bu kadar çıplak olmasına rağmen, kimse sesini yükseltmiyor. "Kral Çıplak!" diye bağıramıyor. Çünkü sahne çoktan kurulmuş, senaryo yazılmış ve figüranlar rollerine uygun şekilde hareket ediyor.
Bu durumda gerçekliğin nasıl yönetildiği ve toplumun buna nasıl tepki verdiği artık tek bir tarafın değil; tiyatroyu kuran herkesin sorumluluğunda. Medya hakikati şekillendirirken, toplum edilgen bir izleyici mi, yoksa gerçeği dönüştüren bir aktör mü? Sessizlik bir kabulleniş mi, yoksa bilinçli bir tercih mi? Halkın suskunluğu, yaşananları onaylamak mı, yoksa çaresizlikten kaynaklanan bir duraksama mı? Gerçek, onu dile getirenlerin gücüne bağlı olarak mı değer kazanıyor, yoksa görünmezliğin içinde kaybolan bir yanılsama mı?
CHP Kurultayı: Gerçeklik mi, Anlatı mı?
CHP’nin şaibelerle anılan son kurultayı, yalnızca bir parti içi mücadele değil, aynı zamanda siyasette hakikatin nasıl şekillendirildiğini gözler önüne serdi. Delegeler üzerindeki etkiler, vaatler ve medya yönlendirmesi, halkın bu süreci nasıl algıladığını doğrudan etkiledi. Özgür Özel’in genel başkanlığa yükselişi sahadaki dengelerle mi, yoksa anlatıyı kuranlar tarafından şekillendirilen bir gerçeklik üzerinden mi gerçekleşti?
Kral gerçekten çıplak mıydı, yoksa yeni giysiler ustalıkla mı dokundu? Parti içi hesaplaşmalar sadece liderlik mücadelesi değil, aynı zamanda halkın gerçeği nasıl gördüğünü belirleyen bir süreçti. Kurultay sonrası muhalefetin iç dinamikleri gerçekten bir dönüşüm sağladı mı, yoksa yalnızca biçimsel değişikliklerle mi sınırlı kaldı?
Belediye Başkanlarının Tutuklanması: Hukuk mu, Siyaset mi?
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve diğer CHP’li belediye başkanlarının tutuklanması, hukuki bir sürecin doğal sonucu mu, yoksa siyasi bir hesaplaşmanın parçası mı? Sorusunun cevabı aranıyor ve sancılı bir şekilde süreç bekleniyor.
Medyanın söylem çerçevesi değiştikçe, gerçeklik algısı da değişiyor. Bu tutuklamalar demokrasi vurgusuyla mı, yoksa hukuki bir zorunluluk olarak mı sunuluyor? Hakikat, yönlendirenlerin elinde mi biçimleniyor, yoksa halkın görebileceği biçimde mi ortaya çıkıyor?
Toplumun Sessizliği: Direnç mi, Çaresizlik mi?
Halkın bu olaylara verdiği tepki gerçekten çok önemli. Bazıları taşıma ve bindirilmiş kıtalar ile Kral Çıplak değil aslında yapılanlar iktidarı devirmek için bir devrimdi tezini haykırmaya çalışırken halk sessiz… Bu Sessizlik, gerçeği kabullenmek mi, yoksa bilinçli bir suskunluk mu? Medya, siyaseti yönlendirenlerin elinde bir araç hâline gelirken, halkın duruşu sessizlik içinde eriyor mu? Yoksa bu sessizlik, yönetenlere ve olanlara karşı pasif bir direniş mi?
Gerçekler Ortaya Çıkar mı? Yoksa Şekillendirilir mi?
Kimse Kral’ın çıplak olduğunu ve yoğurdunun ekşi olduğunu kabullenmek istemiyor. Kral, çıplaklığını teşhir edilen yanlarıyla örtmeye çalışıyor. Kral çıplak değil diye mitingler düzenleniyor, bağırılıp çağrılıyor ama ortada da tapu gibi gerçekler, itiraflar ve pişmanlık yasasından faydalanmak için sıraya girmiş itirafçılar var…
Fakirlik ve açlık edebiyatı ile halka et yedirmekle övünenlerin hepsi villalarda yaşıyor, elebaşları villalardan tutuklanıyor. Hepsinin tuzu kuru… Yıllarca eşit işe eşit ücret politikasını savunanların, özel kalem ve koruma müdürüne kadar cumhurbaşkanının maaşının kat kat fazlasını ödediği ortaya çıkıyor.
Muhalefet cephesinde bunlar yaşanırken, iktidar cephesi ise bir rahat, çıplaklığını örtmek için yeni bir teselli peşinde:
"Bizimki o kadar çıplak değil, en azından boşaltım organlarının her ikisinde de incir yaprağı var. O kusurları örtüyor…"
Ancak partinin alt kademelerine siyasi vampir olarak kapak atmış, düşünce olarak istilacı bir tür olan, parmağını yalamakla yetinmeyip arı kovanının yağma edilmesini isteyen güruh bu incir yapraklarından rahatsız…
Halk, sessiz ve derinden olanları izlerken, sokaklarda "Kral Çıplak!" diye bağıranlara karşı "Kral Çıplak değil, çağdaşlık gereği böyle giyiniyor" diyerek yeni bir algı yaratma çabaları dikkat çekiyor.
Tutuklanmalar Cumhuriyet’in yıkılmasıyla bir tutulurken, diğer yanda “incir yaprakları” ile teselli bulanlar arasında kıyasıya bir mücadele yaşanıyor. Ancak bu defa adalet de sürece müdahil oldu.
Kralın çıplak olup olmadığı artık mahkeme kararına bağlı olarak tescil veya reddedilecek. Ancak bu süreçte, "Zeytinyağlı yiyemem, basmada fistan giyemem…" misali bir direnişle yeni bir algı inşa ediliyor.
Gerçekler bazen ortaya çıkmaz. Bazen de ustalıkla şekillendirilir. Ama unutmayın, herkes kendi çıplaklığını yalnızca görmek istediği kadar görebilir.