Geçmişte terör olaylarıyla anılan Tunceli ve Hakkâri, PKK’nın fesih kararı sonrası iki farklı hikâye ile gündeme geldi. Tunceli’de, terör örgütünün kurucularından Ali Haydar Kaytan ve Rıza Altun için düzenlenen anma programına müdahale etmek isteyen ancak Ankara’dan gelen talimatla geri adım atmak zorunda kalan ve törenlerde gözyaşlarını saklamaya çalışan bir vali… Diğer yanda ise 30 yıl boyunca çıkılamayan dağlarında festival düzenleyerek doğanın ve güvenliğin yeni yüzünü dünyaya gösteren bir başka vali… Bu iki olay, Türkiye’nin güvenlik politikalarındaki dönüşümünü gözler önüne sererken, bölgesel yönetimin değişen sosyopolitik dinamiklerini de ortaya koyuyor.
Uzun yıllar terör tehdidi altında kalan bu iki şehir, bugün farklı yönlere evriliyor. Tunceli’deki gelişmeler, siyasi ve idari gerilimleri açığa çıkarırken, Hakkâri’deki festival, bölgenin güvenlik açısından geldiği noktayı ve sosyal hayatın yeniden canlanmasını simgeliyor. Ancak medya ve kamuoyunun tepkileri, olayları yalnızca duygusal bir çerçevede ele alarak daha büyük bir politik dönüşümün göz ardı edilmesine neden oluyor.
Tunceli Valisinin gözyaşları, bazı kişi ve çevreler tarafından insani bir refleksin ötesinde politik bir sembol olarak değerlendirildi. Zamanında anaların gözyaşlarını görmezden gelenler Vali’nin gözyaşlarının arkasına sığınarak Terörsüz Türkiye’yi hedef aldı. Kimisi ise şehit cenazelerinde yaktığı ağıtları unutup Valiye “ağlamanın sızlamanın sırası mı şimdi” dercesine açıklama yaptılar.
Medyanın olayı ele alış biçimi, gerçek nedenleri arka plana iterek magazinleşmesine yol açtı. "Kim ağladı, neden ağladı?" gibi yüzeysel sorular gündeme getirilirken, temel mesele olan güvenlik politikalarının değişimi gölgede kaldı.
PKK’nın fesih ve silah bırakma süreci, bölgede yeni bir denge oluşturdu. Özellikle geçmişte terörle mücadelede sert tavır alan yöneticilerin yeni duruma nasıl uyum sağlayacağı merak konusuydu. Tunceli Valisinin anma etkinliğine karşı duruşu, devletin bölgedeki yeni yönetim anlayışını ortaya koyarken, karşıt grupların bu süreci nasıl manipüle etmeye çalıştıkları da dikkat çekti. Geçmişte terörün varlığını meşrulaştıran bazı kesimler, bugün bu dönüşümü kabul etmekte zorlanıyor ve bu gelişmeleri magazinselleştirerek siyasi yön değiştirme çabasına giriyor.
Öte yandan, Hakkâri’de düzenlenen festival bölgedeki güvenlik dönüşümünü gözler önüne seriyor. Uzun yıllar çıkılması imkânsız görünen yaylalarda bugün çadırlar kuruluyor, mangallar yakılıyor, yüzlerce kişi doğayla iç içe eğleniyor. Valinin rafting yapması, halkın kültürel etkinliklerle bir araya gelmesi, bölge halkının yeni bir döneme adım attığını gösteriyor. Terörle anılan şehirlerin böyle bir dönüşüm yaşaması, güvenlik politikalarının zaman içinde nasıl evrildiğinin en somut göstergelerinden biri.
Bu gelişmeler, bölgedeki güvenlik ve yönetim anlayışının değiştiğini ortaya koyarken, medya ve kamuoyunun yaklaşımı ise büyük soru işaretleri barındırıyor. Hakkâri’de 30 yıl sonra çıkılan yaylada piknik yapılması olumlu bir gelişme olarak sunulurken, bu haber yalnızca belirli medya kuruluşları tarafından ele alındı. Kamuoyuna yön vermeyi amaçlayan bazı medya organları, bu olumlu gelişmeyi görmezden geldi ya da yeterince önemsemedi. Eğer burada festival değil de bir kaçakçının ya da terörist grubun yakalanması söz konusu olsaydı, aynı çevrelerin olayı farklı bir söylemle gündeme taşıyacakları aşikârdı.
Bu tutum, bölgedeki gelişmelere yönelik medya ve siyasi çevrelerin bakış açısındaki tutarsızlığı gözler önüne seriyor. Bir yanda güvenlik ön plana çıkarken, diğer yanda eski söylemleri sürdüren grupların olayları manipüle etme çabası dikkat çekiyor. Devletin bölgeye yönelik politikalarının değişimi yalnızca güvenlik tedbirleriyle sınırlı değil, aynı zamanda kamuoyunun bu değişime nasıl tepki verdiğiyle de şekilleniyor.
Türkiye’nin güvenlik politikalarındaki dönüşümünü ortaya koyan Tunceli ve Hakkâri örnekleri, yalnızca bölgesel bir değişimi değil, aynı zamanda kamuoyu algısının nasıl şekillendiğini de gösteriyor. Bir yanda siyasi ve idari gerilimlerle mücadele eden bir vali, diğer yanda yıllar sonra halkla birlikte doğayla buluşan bir başka vali… Bu iki olay, güvenlik, siyaset ve toplumsal dönüşüm açısından birbirinden çok farklı ama bir o kadar da bağlantılı hikâyeleri temsil ediyor.
Ancak en önemli nokta, geçmişte terörle anılan bu şehirlerin bugün farklı yönlere evrilmiş olması. Biri hâlâ ideolojik çatışmaların ve yönetsel baskıların gölgesinde, diğeri ise doğayla ve kültürel etkinliklerle yeni bir kimlik kazanıyor. Medyanın ve siyasi çevrelerin bu olayları nasıl ele aldığı, yalnızca valilerin tutumunu değil, bölgenin geleceğine dair verilen mesajları da belirliyor.
Güvenlik politikalarının değiştiği bir dönemde, geçmişin izleri hâlâ bazı söylemlerde kendini gösteriyor. Ancak unutulmaması gereken şey, terörün gerilediği bölgelerde hayatın yeniden şekillendiği ve insanların artık korku yerine umutla doğaya, kültüre ve birlikteliğe yöneldiği gerçeği. Bu dönüşüm, devletin politikalarındaki değişimin yanı sıra, halkın bu değişimi nasıl karşılayacağını da belirleyecek. Sonuç olarak, ağlayan da gülen de aynı toprakların insanları…